ANILARI YENİDEN KURMAK

ANILARI YENİDEN KURMAK

ANILARI YENİDEN KURMAK1

Ozan Ömer Akgül

Kasım 2018

Fotoğraf: Ute Langkafel, Mai Foto

17-21 Ekim tarihleri arasında Berlin’deki Maxim Gorki Tiyatrosu tarafından War or Peace (Savaş ya da Barış) adlı uluslararası bir festival düzenlendi. Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinin yüzüncü yılında düzenlenen festival “farklı -bazen birbiriyle yarışan- anlatı çeşitlerini yakalamayı ve bunların bugünkü gerçeklik için sonuçlarını keşfetmeyi amaçlayan” bir diskurla yola çıktı. Farklı ülkelerden birçok tiyatro topluluğunu ağırlayan festival; ulus-devlet, kimlik, göçmenlik, savaş ve barış olguları/kavramları bağlamında geniş bir program içeriğine sahipti.

Maxim Gorki Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmenlerinden biri olan Şermin Langhoff, daha önce Ballhaus tiyatrosunda yaptığı çalışmalarının kapsamını postmigrant (göçmen sonrası) olarak adlandırıyor. Postmigrant kavramı özellikle “İkinci ve üçüncü kuşağa ait öyküleri tanımlamaktadır, çünkü bu öyküler göçmenliğin izini taşısa da, kendileri göçmemiş olan kişilerce üretilmiştir”(1). Ayrıca bu kavram; göçmenlerin görünür kılınmalarını, entegrasyon içinde erimemelerini ve toplumun göçmen algısını ‘geleneksel’ algıdan çıkarmayı da amaçlamıştır. Şermin Langhoff ve ekibi, Gorki’de de benzer çalışmaları üretmeye devam ediyorlar. Bu festivalin özelinde düşünecek olursak program içeriğindeki oyunlar yalnızca Avrupa merkezli, Dünya Savaşları’nın tarihselliğiyle ilgili değil aynı zamanda bu savaşların neden olduğu birçok politik dönüşümlerin ve onların izlerinin bugüne nasıl yansıdığını ulus, göçmenlik gibi temalar üzerinden konu alıyor. Bu konuları tiyatro aracılığıyla (estetiğiyle) deneyimlemekse önemli bir durum çünkü bu konuların ya da olguların bugün nasıl ve hangi sanatsal yöntemlerle temsil edildiğini görmek bugünün politik temsil modelleriyle de karşılaşmak açısından da değerli.

Festivale Türkiye’den davet edilen Galata Perfom’un Yüz Yılın Evi adlı oyunu 19 Ekim 2018’de prömiyerini gerçekleştirdi. Festivalin Perili Evler (Haunted Houses) bölümündeki oyunlar ulus kavramına odaklanıyordu. Perili Evler; The Red House Centre Culture and Debate (Bulgaristan), Experimental Stage/-1 (Yunanistan), Theatre Neumark (İsviçre) ve Studio R / Maxim Gorki Theatre (Almanya) ortaklığında gerçekleşti.

Yüz Yılın Evi’ni Yeşim Özsoy ve Ferdi Çetin kaleme aldı. Özsoy aynı zamanda oyunu yönetiyor ve oynuyor. Yüz Yılın Evi, Osmanlı’da başlayan ve Cumhuriyet’le devam eden bir zamana tanıklık etmiş bir kadın kahramana ve İbrahim Ethem Efendi Konağı’nın eşyaları ve tanıklıkları üzerinden belgesel/kurgusal olarak tasarlanmış bir yapıya sahip. Oyunun belgesel yönü Özsoy’un kendi aile geçmişindeki (anneannesi) durum ve anıları kullanmasıyla ortaya çıkıyor. Konağın geçmişi, içinde yaşananalar, Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine geçişte kaybolan ya da yeniden anımsanan durum ve olaylar, anlatı aracılığıyla aktarılıyor. Oyun; bellek, hatırlama ve unutma kavramlarını temsil boyutuna bu yolla çıkarıyor.

Oyun, tanıklığın merkezi olan anneannenin videosuyla açılıyor. İbrahim Ethem Efendi Konağı’na ve döneme dair bazı bilgiler ilk ağızdan aktarılıyor. Ardından bir anlatıcı olarak sahneye gelen Yeşim Özsoy, Melisa Önel’in video tasarımı önünde ve Kıvanç Sarıkuş’un sahne üzerindeki müziğiyle birlikte icrasına başlıyor. Seçilen her nesnenin dilinden bir tanıklık hikâyesi ortaya çıkıyor; anılar yahut bellek, tam da nesnelerle kurduğumuz ilişkiler bağlamında, anlatıyla vücut buluyor.

Özsoy’un temsil boyutuna taşıdığı anlatım biçimi seyredenleri kaçınılmaz olarak bir ‘tanık’ konumuna yerleştiriyor. Biyografik ve kişisel olarak seyrettiğimiz hikâye; yaşadığımız coğrafyanın kültürel belleğinde yer alan birçok kod, mefhum ve İran halısı ve perdeler gibi nesneler sayesinde bizleri çok tanıdık bir uzama davete ediyor.

Yaşadığımız coğrafyada değişen/dönüşen mekânların zamanla belleklerimizden silindiği gerçekliğiyle birçok zaman yüzleşiyoruz. Kimi mekânları yalnızca sözlü tarih aracığıyla kimilerini de bazı araştırmalarda karşımıza çıkan tarihsel belgelerle tesadüfen öğreniyoruz. Aslında bu yaşadığımız durumu bir toplumsal [kronik] amnezi olarak tanımlamamız yanlış olmayacaktır. Örneğin oyunda bugün konağın yerinde bir hastanenin olması değişen/dönüşen mekânın belleklerimizden nasıl silindiğinin de bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle ‘yıkım’ ya da ‘yıkmak eylemi’ modernleşen Türkiye tarihinde kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan bir olgudur ve dolayısıyla bellekle yakından ilgilidir. Oyunun sonunda konağın yıkılışını temsilen karşımıza çıkan buldozer özetle Türkiye’nin yakın tarihine dair önemli bir hatırlatmayı da gözler önüne seriyor. Yüz Yılın Evi, değişenin/dönüşenin yalnızca mekân bizatihi kendisinin olmadığını; mekâna sirayet etmiş, temas etmiş tüm nesnelerin ve insanların ‘izlerinin’ yok olmasıyla anılarımızın bile zihinlerimizden uzaklaşabileceğimi bizlere hatırlatıyor. Ama edebiyat ve kültür eleştirmeni Beatriz Sarlo’nun şu sözlerini aklımızda tutmamız gerek: “Anılar ısrarcıdır, çünkü bir noktada egemendir ve (her anlamda) kontrol dışıdır.”(2). Dolayısıyla toplumsal hafıza yitimine karşı anıların ısrarcılığıyla birlikte temas ettiğimiz nesnelerin, olguların ve insanların izleriyle her yerde yeniden şimdiki zamanda anılarımızı kurabiliriz.

Yüz Yılın Evi, 22. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 30 Kasım ve 1 Aralık tarihlerinde seyirciyle buluşacak.

1 Bu yazı, Art Unlimited için yazılmış olup ilk kez Art Unlimited’da 2018 yılında yayınlanmıştır.

Yüz Yılın Evi Yazan: Yeşim Özsoy & Ferdi Çetin Yöneten ve Oynayan: Yeşim Özsoy Müzik Tasarım ve Performans: Kıvanç Sarıkuş Video Tasarım: Melisa Önel Işık Tasarım: Ayşe Ayter

(1) Hasibe Kalkan, Göçmen Sonrası Tiyatro, (Ed. Yavuz Pekman), Tiyatroyla Düşünmek, Habitus Kitap, İstanbul, s.353

(2) Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman, çev. Peral Bayaz Charum, Deniz Ekinci, İstanbul, 2011, Metis Yayınları, s.9


Daha fazlasi icin..