ANKARA BİRLİK TİYATROSU VE ‘BİR İSYANCININ SAVUNMASI’

ANKARA BİRLİK TİYATROSU VE ‘BİR İSYANCININ SAVUNMASI’

ANKARA BİRLİK TİYATROSU VE ‘BİR İSYANCININ SAVUNMASI’[i]

Fatma Işık Tuğcu

Mayıs 2018

10 Eylül 1971 tarihinde, Zeki Göker ve arkadaşları tarafından kurulmuştur. Kuruluş tarihinden de anlaşılacağı üzere, isyan, inat ve umudun tiyatrosudur. Zira 12 Mart 1971’de Türk Silahlı Kuvvetleri, hükümeti istifaya zorlamış ve ülke tarihinde dördüncü askeri darbe gerçekleşmiştir. 1968-1971 döneminde ivme kazanan, 15-16 Haziran işçi direnişiyle doruk noktasına çıkan işçi sınıfı hareketinin ve anti-emperyalist nitelikteki demokrat öğrenci hareketinin, sendikal işçi mücadelesinin önünü kesmek amacıyla, ordu kendi iradesini seçilmiş meclisin iradesine karşı dayatmıştır. 12 Mart 1971 günü saat 13:00'da TRT radyosunda, spikere okutulan metinde, muhtıranın gerekçesi şöyle açıklanmaktadır:

"Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür."

Her ne kadar parlamento kapatılmamış, siyasal partilerin çalışmaları engellenmemiş, hiçbir yönetici tutuklanmamış ve hükümet idaresine fiilen el konulmamış olsa da,  ordu kendi iradesini seçilmiş meclislerinin iradesine dayatmış ve silahlı kuvvetler, egemenliği "egemenliğin kayıtsız şartsız ait" olduğu söylenen milletvekillerinin ellerinden alınmıştı. 1961 Anayasası ile esen özgürlük mücadelesinin önüne set vurulmuş, bu anayasadaki hak ve özgürlükleri genişleten maddeler değiştirilmiştir. Ordu içindeki hiyerarşi yeniden düzenlenmiş, ordu ile sermaye grupları arasındaki bağlar güçlendirilmiştir. Sendikaların toplantıları ve gençlik örgütleri yasaklanmış, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri belli sürelerle yasaklanmıştır. Türkiye İşçi Partisi, muhtırayı destekler nitelikteki açıklamalarına rağmen kapatılmıştır. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Hatay, Zonguldak ve Siirt’te sıkıyönetim ilan edilmiştir. 12 Mart döneminde yeni yönetimce özellikle anayasada yer alan temel hak ve özgürlükler konusunda oldukça sıkı uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Düşünce ve basın hürriyeti hiçe sayılmış ve dönemin pek çok gazetecisi ve aydını tutuklanarak cezaevine konulmuştur. ABD emperyalizmine karşı çıkan dönemin öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, muhtıra sonrası yaratılan antidemokratik bir ortamda, göstermelik bir yargılama sonucu idam edilmişlerdir.

Özgürlüklerin üzerine şal örtüldüğü’[1] dönemin siyasal yapısı içerisinde, politik tiyatro yapmak üzere bir tiyatro kurmak, çoğuna göre ‘akıl kârı’ olarak değerlendirilemez. Ancak dünyayı değiştirenlerin kârlı işlerle işinin olmadığı da yine bilinen gerçeklerdendir.

Ankara Birlik Tiyatrosunu, bu atmosfer içinde tanımlamaya çalışırsak, anlamına kavuşturabiliriz ancak. Tiyatronun kendi sayfasından aktarılan tarihçesinde de, dönemin Türkiye’sinden izler bulmak mümkün… Bununla birlikte Türkiye’de politik tiyatro yapmanın başlı başına bir mücadele olduğunu, onların serüvenlerini okurken bir kez daha anlıyoruz. İşte Ankara Birlik Tiyatrosunun kendi dilinden tarihçesi:

Ankara Birlik Tiyatrosu, 1971 yılında kuruldu. Her sanat kolunun bir “hedef kitle” si olmak gerekir düşüncesine sahip ABT kurucuları, “hedef kitle” olarak, emekçi halkı seçti. Bu nedenle ABT çalışanları, ilk altı sene, seslenmek istedikleri kitlenin, öğrencisi oldu. Bu dönemde, ABT, oyunlarını il, ilçe, kasaba hatta ulaşabildiği köylere değin giderek sergiledi. Salonda, salonu olmayan yerlerde alanda, traktör romörku üzerinde bazen de kahvelerde sergilendi oyunlar.

İlk oyun, Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” dı. Oyun, iki yıl sergilendi. Bu süre içerisinde, oyun ile ilgili olarak, ABT çalışanları için on beş soruşturma açıldı. Oyun, bazı il ve ilçelerde yasaklandı. (Aynı oyun, yirmi yıl sonra Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi.) Soruşturmalar, “takipsizlik kararı” ile sonuçlandı. ABT çalışanları ve oyun aklandı…

ABT’liler, kendi oynayacakları oyunları, öğretilerinin ışığında kendileri yazmaya başladı: “Kara Düzen”… Bu oyunu tüm Türkiye’de, dönemin öğretmen örgütü TÖB-DER organize ediyordu. Oyun, yasaklardan payını aldı. Yer yer faşizan saldırılara uğradı. Arkasından oynanan “Yeniden Doğarız Ölümlerde” oyununda da, yasaklar, mahkemeler ve saldırılar tekrarlandı.

1976 yılında, Ankara’da (Maltepe’de) Başkent Sineması kiralandı. Restore edildi ve ABT, ilk yerleşik salonuna kavuştu. Oyunlarını artık hem Ankara’da hem de Anadolu’da sergiliyordu: “Dev-i MC, Güneşin Katli, Özgürlüğün Bedeli”…

1978’de “Eti Sanat Merkezi” oluşturuldu ve ABT, Başkent Sinemasından, Maltepe’de ki “Eti Sineması” na taşındı: “Teneke, Davulun Sesi, Komşularımız”…

12 Eylül 1980… Eti Sanat Merkezi kapanmak zorunda kaldı ve ABT, bir buçuk yıl tiyatro yapamadı…

1982… Dr. Turhan Temuçin’in “Hastane mi Kestane mi” adlı oyunu ile turneye çıkıldı. Anadolu’da bu oyun ve çocuk oyunları sergilendi uzun süre… Turne sonunda, Ankara’da ki Cep Sineması kiralandı ve “Şölen Sanat Merkezi” kuruldu.

1986’da yine Kızılay’daki Batı Sineması salonuna taşındı ABT. Emmanuel Robles’in “Bir İsyancının Savunması – Savunma Öyküsü” adlı oyunu sahneledi.

1988’de ABT, İstanbul’a taşındı. İstanbul içi ve Anadolu turnelerinde, “İcraatın İçinden İnsan Manzaraları” adlı oyunu oynadı. Yasaklar sürüyordu…

1990’da Erol Toy’un “Pir Sultan Abdal” oyunu sergilenmeye başlandı. Oyun, İstanbul, Ankara ve Anadolu’da iki bin kez sergilendi. Değişik illerin valileri tarafından defalarca yasaklandı. İdare Mahkemesi karaları alınarak oynandı. Oyuncular, defalarca gözaltına alındı. DGM’ye çıkarıldı. Oyun hakkında yetmiş yedi mahkeme açıldı. ABT’liler tümünden beraat ettiler ve Pir Sultan aklandı…

1992… ABT, Gül Göker’in projesi olan “Sultanahmet Cezaevi’ni Kültür Merkezi’ne dönüştürme” projesini, Eminönü Belediyesi ve Eminönü Halkevi’nin katkılarıyla gerçekleştirdi. Cezaevi avlusuna sahne yapıldı, ekran kondu. Cezaevi döneminde, orada yatan ustaların, yattıkları hücrelerinden, resimleri asılarak dekore edilen kültür merkezinde, 1 Ağustos 1995 günü “Sultanahmet Kültür Şenlikleri” başladı. Nitelikli yerli filmler oynatılıyor, oyunlar sergileniyor, konserler veriliyor, paneller ve sohbet toplantıları yapılıyordu. Her gün binlerce kişi bu etkinlikleri ücretsiz olarak izliyordu. Bir ay sonra, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde salonu, polis bastı ve Sultanahmet Cezaevi’nin kapısı mühürlendi.

1993… İstanbul Kocamustafapaşa’da ki Özlem Sineması kiralanıp, restore edildi. “ABT Kültür Merkezi” açıldı. Gösteri salonuna, bir ABT dostunun adı verildi: “Yavuzer Çetinkaya Salonu” Burada, Maksim Gorki ve Bertolt Brecht’in “ANA” adlı oyunu, “Haziranda Ölmek Zor”, “Ben Devletim Oynatmam” adlı oyunlar oynandı. Gençlerin tiyatro eğitimi aldıkları “Tiyatro Atölyesi” ve çocuklar için “Çocuk Kulübü” kuruldu. “Amerikan Sinema Tekellerine Hayır, Yaşasın Yerli Sinema!” başlığı altında, nitelikli yerli filmler oynatıldı. Bir buçuk yıl sonra, ABT, mahkeme kararı ile salondan çıkarıldı. Yine salonsuz kalan ABT, yeniden Anadolu turnesine çıktı.

ABT, Avrupa turnelerine başladı. Avrupa’nın yedi ülkesinde (Almanya, İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İsviçre, Avusturya) ve değişik kentlerde oyunlarını sergiledi. “Pir Sultan Abdal”, “Ana”, “Haziranda Ölmek Zor”, “Güneşten Bir Parça”, “Tiyatrocu”…

1996… ABT, bir dönemlerin en etkin salonu olan ve 12 Eylül’de kapatılan Aksaray’da ki TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) salonunu, İstanbul Eğitimciler Derneği’nden kiraladı. On beş yıl kapalı kalan salon, tam bir enkaz halindeydi. ABT, Avrupa turnelerinden sağladığı ekonomik birikimini kullanarak, salonu restore ettirdi. Üç yüz kişilik bir salon çıktı ortaya: ABT Sanatevi…

ABT Sanatevi, 17 Eylül 1997’de açıldı. Yılmaz Güney’in yaşam öyküsü olan “Bir Güzel Çirkin Kral” ilk oyun oldu burada. Daha sonra “Tiyatrocu” ve “Karanlıkta Işık Damlaları”.

1998… “Bir Güzel Çirkin Kral” Anadolu turnesinde oynanmaya başladı. Gaziantep’te oyun yasaklandı. Ertesi gün, yirmi beş il valisi birden yasakladı oyunu. İdare Mahkemesi’ne “Yürütmeyi Durdurma” istemiyle karşı dava açtı ABT. Hepsini kazandı ve oyun, yasaklanan tüm illerde mahkeme kararları ile oynandı. Urfa Valisi, karara itiraz ederek, Danıştay’a başvurdu ancak; Danıştay’da onayladı kararı ve oyun, özgürlüğüne kavuştu…

1999… İlyas Salman, ABT’ye katıldı ve Slowomir Mrozek’in “Gurbet Kuşları” oyunu oynanmaya başladı. Oyun, Anadolu’da ve Avrupa’nın beş ülkesinde sergilendi… Tuncer Cücenoğlu’nun “Çıkmaz Sokak”. Sivas Devlet Tiyatrosunda oynanan “Çıkmaz Sokak” adlı oyunda oynayan oyuncular ve Sivas Valisi arasında yaşanan gerginlik nedeniyle, oyun, Devlet Tiyatrosu tarafından, repertuardan kaldırıldı. Oyunun yönetmeni ve başrol oyuncusunun talebi üzerine, oyun, ABT tarafından sahiplenildi ve ikinci bir ekip olarak yeniden sahnelendi. “Karanlıkta Işık Damlaları”, İstanbul’da ABT Sanatevi’nde oynanırken, “Çıkmaz Sokak”, İstanbul ve Anadolu kentlerinde, “ Gurbet Kuşları” da, yurtdışı turnesindeydi… Böylece, ABT tarihinde ilk kez, üç ayrı ekip kuruldu.

ABT Sanatevi’nin mülkiyeti, Eğitimciler Derneğine aitti. İşçi Partililer, kongrede yönetimi ele geçirdiler. Polisle işbirliği yaparak, 24 Mart 1999’da, salonun kapatılmasını sağladılar. ABT, yeniden salonsuz kaldı…

2000… İlyas Salman ile birlikte, Refik Erduran’ın “Canavar Cafer” adlı oyunu oynanmaya başlandı. “Gurbet Kuşları” oyunu da devam ediyordu. Sezon bitiminde, yaz aylarına girerken, ABT, Doğu ve Güneydoğu kentlerinde “Merhaba Sinema” adlı projeyi başlattı. Bu proje, 12 Eylül nedeniyle, sinemaları kapatılmış kentlerin şehir stadyumlarında, meydanlarında, büyük parklarında seyirciyi, sinema ile buluşturmayı hedefliyordu. Batman, Kozluk, Muş, Bismil, Bingöl, Van ve Doğu Beyazıt’ta kitlesel sinema buluşmaları gerçekleştirildi. Yerel yönetimlerin desteği alınarak gerçekleştirilen bu etkinlik, başta Bismil olmak üzere, birçok kentte, Valilik ve Emniyetler tarafından engellense de, binlerce insan, sinema sanatıyla buluşturuldu.

2001… “Pir Sultan Abdal”, “ Bir Güzel Çirkin Kral”, “Tiyatrocu” adlı oyunlarla Anadolu turnelerine devam edildi… Anadolu da ki baskıların üzerine, salonu da kaybeden ABT, İstanbul’a yakın bir kente (Erdek) yerleşme kararını aldı. Artık uzun bir süre, Erdek’i merkez kılarak, oyunlarını burada çıkaracak ve turnelerine buradan çıkacaktı. Artık yeni bir süreç başlayacaktı…

2002 – 2005… Zeki Göker’in yazdığı “Kral Çıplak” adlı oyun sergilenmeye başlandı. Marmara Bölgesi ve Ege ağırlıklı turneler başladı. “Nuh’un Gemisi” , “Ali’nin Düşü”, “Kazıda ki Büyük Sır”, “Kitap Kurtları” bu dönemlerde oynanan oyunlar oldu.

2005 yılında, yönetmen Zeki Göker’in, gırtlak kanserine yakalanması nedeniyle, ses telleri alındı ve son yazdığı “Günde Dünü Yaşamak” adlı oyunda, Dünya tarihinde bir ilke imza atarak, oyun boyunca hiç konuşmadan oynadı.

2006… Aralık ayının 19’unda, yineleyen ve ilerleyen kanser hastalığı nedeniyle, Zeki Göker yaşama gözlerini yumdu. Artık ABT, uzun bir süre (2015 yılına dek) oyun çıkarmadı.

2015 yılında hazırlanan “Üç Kuruşluk Diktatör” adlı oyun ile ABT, izleyicisine yeniden “Merhaba” dedi…

Bugünlerde, “Bir İsyancının Savunması” ile sezona hazırlanıyor…[2]

‘Bir İsyancının Savunması’ oyununu Mersin turnesinde izledim. Yazarın dilini, derdini net, abartısız, dolambaçsız bir biçimde sahneye taşımış, Gül Göker. Metnin sorusunun, çatışmasının doğru anlaşılmasında bu sahneleme biçiminin ve sade oyunculukların başarısı belirleyici.  Zira Emmanuel Robles’in eserleri tarihsel bir öze dayanır. Bununla birlikte yazar, oyunlarında ve romanlarında, ele aldığı konunun tarihsel gerçekliğine birebir bağlı kalmadan içindeki evrensel özü açığa çıkartmaya özen gösterir. İspanyol işgali altındaki Venezüella’daki bağımsızlık mücadelesini konu alan, Özgürlüğün Bedeli oyununun önsözünde şunları yazar, Robles:

Konusu için Güney Amerika’nın bağımsızlığını seçtimse, bunun nedeni aynı zamanda genç Latin Cumhuriyetleri tarihi üzerine yaptığım incelemelerin beni o havaya sürüklemesidir. Bununla birlikte asıl konunun çevrelediği olayların, tarihsel gerçeğe tam uygun düştüğü sanılmamalıdır. Ben, tarihsel gerçeğe tam bağlı kalmaktan çok, konuyu evrensel kılmaya daha çok özen gösterdim.’[3]

Bir İsyancının Savunması oyununda da, yazarın ele aldığı konuyu evrensel bir boyutta; ‘yaşam hakkı- özgürlük mücadelesi’ ekseninde sorguya açtığını görüyoruz. Olay, Hollanda sömürgesi altındaki Endonezya’da geçer. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar, Japonya’nın işgali altında kalmış olan ülke, Japonya’nın yenilmesiyle bu kez Hollanda sömürgesi haline gelir. Sömürge altındaki topraklarda işlenen cinayetler, tecavüzler, zorla çalıştırmanın trajik bilançosu ve daha pek çok insanlık dışı muamele, bu gün tarih önünde yargılanmaktalar… 1949 yılında komünistlerin Çin’de iktidarı ele geçirmesiyle Hollanda Endonezya’nın, Fransa da Vietnam’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalır. Sömürgecilik tarihi ile halkların bağımsızlık mücadelesi tarihi arasında farklı dönemlerde farklı boyutlarda paralellikler bulunduğunu söyleyebiliriz. Avrupa merkezli sömürgeciliğin, vahşeti ve insanlığa karşı işlediği suç Hitler’le görünürlük kazandı. Zira ondan önce Afrikalılara, Araplara, Kızılderililere, Hintlilere uygulanan insanlık dışı muamele kanıksanmış ve işgaller meşru bir zemine oturtulmuştu.

1inci yüzyılın koyu Hıristiyan burjuvazisinin Hitler’de affedemediği şey, suçun kendisi, insana karşı işlenen suç, insani değerlerin çiğnenmesi değil, beyaz adama karşı işlenen suçtur; O zamana kadar Avrupa’nın Araplara, Hintli hamallara, Afrikalı zencilere takındığı sömürgeci tutumu Hitler’in Avrupalılara karşı takınmasıdır.[4]

Robles, tam da bu noktadan ele alır; sömürgeciliği. Irk farkını ve milliyetçiliği elimine ederek, işkencenin, öldürmenin kim tarafından yapılırsa yapılsın haklı bir zemine oturtulamayacağını anlatır. Zira oyunun başkarakteri Keller bir Hollandalıdır. Buna rağmen bağımsızlık mücadelesi veren Endonezya direnişçilerini destekler. Direnişçi dört eylemcinin, işgalci Hollanda hükümetinin askeri mahkemesinde yargılanmasını protesto etmek amacıyla, Keller’in çalıştığı fabrikaya bir sabotaj eylemi düzenlenmesi planlanır. Bombayı yerleştirme görevi, fabrikanın işçisi olan Keller’e verilir. Çünkü Avrupalı bir işçiden kimse şüphelenmeyecektir.  Keller, fabrikanın tranformatör odasına bombayı yerleştirir. Bomba saat 5’e ayarlanmıştır. Ancak öngörülemeyen bir şey olur. İki yerli temizlik işçisi odaya girer ve bir türlü çıkmazlar. Keller’in bu sırada yaşadığı iç çatışma oyunun da, asal düğüm noktasıdır. Ya iki işçinin ölümü pahasına bombanın patlamasına göz yumacak ya da yeniden merkez odaya girip, yakalanma riskini de göze alarak, bomba düzeneğini etkisiz hale getirecektir. Keller, işçilerin içerde olduklarını bile bile bombanın patlamasına göz yumamaz. Avluda ustabaşıyla karşılaşır, devam etmesinin yakalanmak anlamına geldiğini anlar buna rağmen odaya girer ve bombayı etkisiz hale getirir.

Keller: Avludan geçip transformatör odasına giderken, ustabaşıyla karşılaştık. Garip bir şekilde baktı bana. Devam edersem hapı yuttum, dedim kendi kendime.

Hazelhoff: Ama yine de bombanın saatini durdurmak için gittin, öyle mi?

Keller: Hı hı… Şarkı söyleyen o işçiyi düşünmemek elimden gelmiyordu.[5]

Bu duruşuyla Keller, Papadan, intikam ve öç üstüne kurulu ‘adalet düzeneğinden’, işgalcilerden üstündür:

Van Rook: Altıncı emir: Öldürmeyeceksin… Ama tabii bu, papanın bile bu savaşı kutsamasına engel olamadı…[6]

Yazar, bu şekilde işgalcileri yargılarken, ölümün, öldürmenin, vahşetin sıradanlaştığı coğrafyalarda, unutulan yaşam hakkının kıymetinin altını çizer.  Herkes için eşit ve açık olmayan adaletin, karşısına dikilenlerin olacağı gün gibi açıktır. Keller, sömürge altındaki halkın haklılığına inanmıştır. Sabotaj eylemini de bu yüzden kabul etmiştir. Yakalandıktan sonra da, eyleminin arkasında durur. Karısı Kitty’nin ısrarlarına, hayatının bu şekilde kurtulacağını bilmesine rağmen ifadesini değiştirmez. Sabotaj eylemine gönüllü katıldığını kabul eder.

Oyunun iletisini seyirciye ulaştırmada, sahne dilinin, sahne geçişlerinin yalınlığı üzerinden, ilerlemiş Gül Göker. Dekorun sadeliği, kostümlerin dönemine, karakterlerine uygunluğu metinle sahnenin harmanlanmasına yaramış. Bütün bu sadelik, oyunun sözünü, sorusunu daha vurucu hale getirmiş. Yapay kurgu anlatımlarına sapılmadan, görsel etkilerle metin boğulmadan, gereksiz oyunculuk devinimleriyle seyirci oyalanmadan Emmanuel Robles’in sorusu iletilmiş seyirciye: ‘ Öldürmenin haklılığı olabilir mi?’

Sonuç olarak, zorlu ve balıksırtı bu konuyu, üzerinde durmamız düşünmemiz gereken bir zamanda sorguya açtığı için Ankara Birlik Tiyatrosu’nu kutlamak gerekir. Tiyatro sanatının toplumsal olana duyarlılığını, sanatın gerektirdiği estetik ve incelikle sahneye taşıyan tüm kadronun takdiri hak ettiğini düşünüyorum.

[1] Muhtıra sonrası kurulan hükümetin başbakanı, Nihat Erim’in; ‘gerekirse özgürlüklerin üzerine şal örteriz’ vecizesine atıfla...

[2] http://www.ankarabirliktiyatrosu.com/hakkimizda.html, erişim tarihi: 21.09.2017

[3] Robles, Emmanuel, ‘Özgürlüğün Bedeli( Montserrat)’, Çev. Öztaş, Kaya, Dil Yayınları, I.B., Ankara, 1975.

[4] Aime Cesaire, Sömürgecilik Üzerine Söylev, 1955

[5] Robles, Emmanuel, Bir İsyancının Savunması, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 38:2014, s.25

[6] Robles, Emmanuel, Bir İsyancının Savunması, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 38:2014, s.33

[i] Bu çalışma, Yeni Tiyatro Dergisi’nin Mayıs 2018 tarihli 105. sayısında yayınlanmıştır.