AYARI BOZUK BİR OYUN: “SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ”

Tanpınar’ın kült romanından uyarlanan oyun, saat ustası Nuri efendi ve ayaklı İsveç yapımı eski bir duvar saati olan Mubarek üzerinden, saat-zaman-insan ilişkilerini irdelerken, Türk insanının doğu ve batı arasındaki bölünmüşlüğünü de gözler önüne sermektedir.

AYARI BOZUK BİR OYUN: “SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ”

AYARI BOZUK BİR OYUN: “SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ”1

Ragıp Ertuğrul

Kasım 2008

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun bu sezon sergilemeye başladığı oyunlardan biri olan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” konusunu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın aynı adlı romanından alıyor. Romanda Cumhuriyet öncesi dönemden başlayıp toplumda batılılaşma sürecinde yaşanan değişim/dönüşüm, hareketlenen/yozlaşan sosyal ilişkiler, halkın içinden bir karakter vasıtasıyla anlatılır.

Oyunun uyarlayanı ve yönetmeni Özgür Yalım, her ne kadar oyun broşüründe ‘Bu oyun “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanının oyunu değildir’ dese de karakterleriyle, olayların gelişimiyle, bütün resmin oluşumuna katkı sağlayan hikâyelerle oyunun, romanın sahneye uyarlanmış şekli olduğuna tanık oluyoruz. Ancak bu derece içerik ve betimleme zengini bir romanı, felsefi bir altyapıya oturan eseri bir dramaturji çalışma yapmadan sahnelemek ne derece doğrudur sorgulamak gerekir. Devlet tiyatrosunun kadrosunda dramaturglar niçin vardır? Dramaturgun önemi ve değeri niçin hala anlaşılamamıştır? Eserin mesajının ve duygusunun seyirciye aktarılmasında temel unsurun dramaturji olduğu ne zaman kabul edilecektir? Yönetmenin, romandaki ayrıntılı karakter çözümlemelerini, eksiksiz toplumsal gözlemleri sahneye yansıtması beklenmese de birbirini destekleyen hikâyelerin eklemlenmesinden oluşan farklı bir kurgulamayla eserin etkili aktarımını gerçekleştirmesi beklenirdi.

Ahmet Hamdi Tanpınar, romanında toplumsal değişimin ışığı altında neredeyse kendi gölgesinden kaçan, aynaya bakmaktan korkan veya tam tersine dev aynasının önünden ayrılmayan insanları, ilişkilerini, umutlarını, para, nam, şöhret adı her neyse kapitalist sistemin oyuncaklarından bir şeyleri elde etmek için çabalayışlarını ele alır. Tanpınar’ın roman yoluyla göz önüne getirdiği toplum eleştirisi, aynı zamanda bir dönemin tahlilidir de. Bizim beklentimiz doğaldır ki bu eserin birebir sahneye yansıması ile değil ama en azından zenginliğine yaraşır bir uyarlama ile karşılaşmaktı.

Sahneye taşınan kimi bölümlerin Özgür Yalım’ın sahnelemede eksen aldığı “batılılaşma ve akıl” konusuna ne şekilde bir katkı sağladığı anlaşılmıyor. Altın arama, halanın ölüp dirilmesi veya Hayri İldar’ın mahkemesi sahneleri bu yargımıza örnek teşkil ediyor.

Sahnelemede nasıl bir yaklaşım sergileneceğine yönelik bir kararsızlık seziliyor ve bunun oyunculuklara da yansıdığı anlaşılıyor. Oyuncular göstermeci ile benzetmeci (taklit) türler arasındaki kararsızlığı oyunlarına aksettiriyorlar. Adnan Biricik de canlandırdığı iki rolden birinde taklit yönü ağır basan diğerinde ise daha realiteye yakın bir oyunculuk sergiliyor. Bununla birlikte her iki rolde de seyirciyi etkisi altına alıyor. Doktor rolünde İşdar Gökseven’in rolün çok içine girdiğini söyleyebilmemiz mümkün görünmüyor. Aysan Sümercan ‘hala’ rolünde tam bir tuluat oyunculuğu sergiliyor ve oynadığı sahnelerde tüm dikkati kendisine çekmeyi başarıyor.

Atatürk Kültür Merkezi’nin tadilata girmesi ve Taksim Sahnesi’nden de çıkılması dolayısıyla Devlet Tiyatroları’nın yerleşik sahnesi azaldığından dekorlarda artık minimalist ve benzetmeci sahnelemeye olanak veren tasarımlar uygulanacağını sanıyoruz. Ethem Özbora da siyah bir fon önünde iki koltuk bir sehpa ile oluşturduğu dekorda, ‘eldeki imkân budur’ demeye getiriyor sanki.

Mihriban Oran’ın kostümleri dönemi andırıyor olmakla birlikte yeterince ayrıntılı çalışılmadığının da göstergelerine sahip;  ilk sahnede hademenin başında fesle sahneye çıkması, pantolon askısının üstüne kuşak takılması... Aristidi Efendi’nin gece vakti eczacı önlüğüyle sokakta dolaşması…

Oyunda balo sahnesinde yer verilen ve bir düzenden bahsetmenin mümkün olmadığı dansın yaratıcısı Tuğba Özkul’un koreograflığını değerlendirme dışı bırakıyorum.

Televizyon filmlerinde sigara görüntüsüne ambargo koyarak filmin tüm estetiğini yok eden devlet kurumları, her ne kadar istemesem de tiyatro sahnelerine de el atsın diyeceğim geliyor kimi zaman. Oyuncuların gerekli gereksiz sigaraya sarılmasına “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde de rastlıyoruz.

Sözün özü “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” uyarlamasında Tanpınar’ın eserine yaraşır nitelikte bir derinlik bulamıyoruz. Ancak modernleşme yolunda emekleyen bir toplumun eleştirisini, komik hikâyeler zinciriyle anlatmasıyla sezon seyircisinin ilgisini kazanacağı kesin.

1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.