BABAMIZIN KALBİ YOK ANNE

BABAMIZIN KALBİ YOK ANNE

BABAMIZIN KALBİ YOK ANNE

Aylin Alıveren

Flaman yazar Eric de Volder tarafından 1994 yılında yazılmış olan “Gece Sempozyumu” adlı oyun yazarının önceki yıllarda yapmış olduğu sahnelemelerden sonra Mesut Arslan tarafından önce Belçika’da ve şimdi de Türk oyuncularla İstanbul’da sahneleniyor. Türkiye prömiyerini İstanbul Uluslararası Tiyatro festivalinde yapan oyun her ne kadar öyküleme açısından klasik anlatıya uygun bir içeriğe sahip olsa da, hikayesini farklı bir dil kullanımı, sözcük oyunları ve sıçramalı bir kurgusal anlatı ile biçimlendirmeyi tercih eden bir tekste sahip. Dili bunca farklı kullanan bir metni takip ederken çevirinin ne getirip ne götürdüğünü takip etmek oldukça güç. Sadece kullanılan tekrarların değil ama Türkçe’ye özgü dil oyunlarının, temaya uygun yerel deyişlerin metinde daha fazla yer bulmasının oyuna katacağı çok şey var sanki.

Oyun boyunca görmediğimiz ancak finalde karşımıza çıkan bir baba figürünün çevresinde şekillendiğini söyleyebileceğimiz hikaye annenin ve üç yetişkin oğlunun kahyaları ile yaşadıkları evin içinde geçiyor. Oğullardan ikisine eşlik eden bir eş ve nişanlı da oyunun diğer karakterleri.

Aile içi ilişkileri, domestik şiddetin içinde cinsel taciz de olmak üzere her türlü biçimini oldukça sert bir dışavurumla anlatan bu oyunu yönetmen bir arena biçiminde tasarlanmış, tahtadan dörtgen bir alan içinde sahnelemeyi seçmiş. Lawrence Malstaf ve Meryem Bayram’ın beraber tasarladıkları bu arena aile üyelerinin bütün bu çarpışmaları, yüzleşmeleri yaşadıkları alan olarak gayet kullanışlı bir işlev görüyor. Oyun bu arenanın çevresine seyircilerin istedikleri gibi taşıyıp yerleştirdikleri taburelerin üstünde izlenebileceği gibi yine arenayı çevreleyen biraz mesafede konumlandırılmış yükseltiler üzerindeki seyirci koltuklarından da izleniyor. Bu seyir düzeni oyuncuların arenanın bazen dışında, bazen içinde, bazen de kenarında hareket ettikleri çok dinamik bir sahneleme biçemi ile buluşarak performatif bir anlatıdan beklendiği türde bir iletişimin oyun boyunca sürmesini sağlıyor.

Oyundaki şiddet ve gerilimin dışa aktarımını sağlayan parçalardan biri ise yönetmenin sahne üstünde kullanmayı seçtiği büyük topaçlar. Matkap benzeri bir aletle oyuncuların ara ara sahne üstünde döndürdükleri topaçlar kişilerin birbirlerine uyguladıkları baskının, tacizin metaforik dışa vurumu olarak oyunun ritmini, tansiyonunu belirlemekte en önemli araç olarak karşımıza çıkıyor.

Oyuncular rol kişilerini metne uygun bir stilizasyon ve vücud dili ile canlandırıyorlar. Metindeki sözcük tekrarları ve bazen absürd bir yapı içeren dialog düzenine paralel bir oyunculuk biçemi izliyoruz. Bu tür bir stilizasyon içinde oyuncuların oynadıkları kişileri sahne üzerinde birbirinden ayrı özellikleri ile inşa etmiş olmaları oldukça dikkat çekici.

Bir aile ekseninde patriyarkal dünya düzenini tüm şiddeti ile açığa vuran bu oyun kuşkusuz dünyanın her yerindeki seyirci kitlesi için. Babasının kalbini ancak onu deşerek bulma şansı olan evlatlara adanmış bir davet.