BERLINER ENSEMBLE’DA BİZE TENEKE TRAMPET ROMANINI “GÖSTEREN” BİR TİYATRO EMEKÇİSİ...

BERLINER ENSEMBLE’DA BİZE TENEKE TRAMPET ROMANINI “GÖSTEREN”  BİR TİYATRO EMEKÇİSİ...

BERLINER ENSEMBLE’DA BİZE TENEKE TRAMPET ROMANINI “GÖSTEREN”

BİR TİYATRO EMEKÇİSİ...1

Robert Schild

Eylül 2019

Foto: Birgit Hupfeld / BE

Geçtiğimiz tiyatro sezonunu Tel Aviv’de kapatmıştım; yenisini ise Berlin’de açalım: Günter Grass’ın ikonik yapıtı “Die Blechtrommel” (Teneke Trampet), 2015’de Frankfurt’ta ilk kez sahnelenmesinin ardından, tam iki yıl önce ünlü Berliner Ensemble Tiyatrosu’nda aynı yönetmen ve (tek) oyuncusuyla yinelendi, 5 Ekim akşamı ise Alman tiyatro tarihinin bu köklü sahnesinde 100. gösterimini yapacak!

Olası Berlin yolcularına müjdem olsun - bu 800 sayfalık romanı okumuş olanlar ve/veya okumaktan çekinenler, üçüncü yaş gününde büyümeyi rafa kaldırmış olan Oskar Mazerath’ın nefes kesici gençlik yıllarını, Brecht ile özdeşleşmiş Berliner Ensemble Sahnesi’nde 2019/2020 sezonu boyunca da izleyebilecekleridir - ve keşke bu “ekonomik” sahne yapıtını önümüzdeki yıllarda İstanbul Tiyatro Festivali’nde de konuk edebilsek!...

Yukarıda “ekonomik” tanımını kullanmamın nedeni, bu kapsamlı yapıtın aralıksız olarak iki saat boyunca neredeyse dekor olmadan tek bir kişi tarafından sahnelenmesidir ki, buna çağdaş eleştirmenler “minimalist” da diyecektir kuşkusuz... Ve gerçekten de bu dev romanı sahneye uyarlayıp yöneten Oliver Reese, Volker Schlöndorff’un 1959’da kotardığı başarılı filmin içerdiği önemli bölümlerinin unutul(a)mayan tüm (çağdaş terimiyle “kült”!) kilit sahnelerini, bunca kısıtlı olanaklarla gözlerimizin önüne getirmesini de bilmiş: Oskar’ın merdivenlerden düşmesini, Nazi Partisi rozetini yutması, köpüren şerbet tozunu ve tabii ki yılanbalıklarının doluştuğu ölü beygir kafalarını…

“Kısıtlı olanaklar”? Aslında bunlar ne Frankfurt ne de Berlin’deki sahneleme bütçelerinden kaynaklanmıyor; yönetmenin özgün yöntemini oluşturuyorlar tabii ki - ve belki de kimi izleyici/eleştirmenin “tiyatro bu mu?” sorgulamasını/tartışmasını tetiklemek için uygulanmışlardı!

Efendim, daha küçük bir çocukken Oskar kardeşimiz, dünyanın evrensel bir karabasan olduğunu algılar ve yaşamı yekten reddetmeyi düşünür! Ne var ki, annesinin ona üçüncü yaş gününde aldığı teneke trampet ile oyalanması onu gene de ayakta tutar... Gerçi üç yaşına girdiğinde, artık büyümemeye karar vermiştir; yaşamını salt yakın çevresiyle orada olup bitenleri gözlemleyerek ve davul çalarak sürdürecektir! Bu bağlamda Almanya’daki faşizan gelişmelere tanık olur, Nazi vahşetinin kıyımlarını izler ama aynı zamanda küçük ailesiyle yakınlarının/komşularının portelerini çizer, değişik ilişkilere girer ve ayakta kalmaya çabalar. Her türden uygarlık kurallarının ayakların altına alındığı bir dünyanın gerek dışlanmış bireyi, gerekse parçası oluyor Oskar - gözlemler, izler, kaydeder ve aktarır/anlatır...

Kendisine Nobel ödülü dâhil dünya çapında övgüler getirmiş olan bu romanıyla Günter Grass, her ne kadar ulusal suç değil ama ortak sorumluluk yüklenmişse de -dahası, ilerleyen yıllarda bir SS üyesi olduğu anlaşılmış olsa dahi, bu romanıyla Alman yazınının bir mihenk taşını yarattığı yadsınamaz. Ve bu romanı daha geniş bir çevreye tanıtmaya çalışmış iki kişiye de eşit övgüler yağdırmamız gerekiyor aslında- başta Berlin ve Frankfurt’taki otuz yıllık dramaturji deneyiminin ardından iki yıldır Berliner Ensemble’nin Genel Sanat Yönetmeni olan yönetmen Oliver Reese ile bu başyapıtı karşımıza getiren genç oyuncu Nico Holonics’e.

Sahnenin sağ tarafında bir çukur, solunda ise dev boyutta bir iskemle: Aslında çok eski bir hokkabazlık hilesidir bu -ve yetişkin Nico Holonics’i üç yaşındaki küçük Oskar olarak ancak bu yoldan algılayabiliyoruz, kısa pantalonu, dizlerine varan çorapları ve düzgün bir şekilde yana doğru taranmış sarı saçlarının yanı sıra... Ne var ki, sadece Oskar’ı canlandırmıyor bu yetenekli oyuncu; kadınlı-erkekli nice kişiliğe bürünüyor- annesi, büyükannesi, kız arkadaşı, Yahudi oyuncakçı ve Nazi subayı oluveriyor, anlattığı öykülere göre, sürekli değişen ses tonu ve yerel lehçeleriyle. İşte, “gibi yapmak” sanatının tüm inceliklerini sergiliyor Holonics, kâh palyaçoluğa varan abartılı devinimleri, kâh çarpıcı toplumsal çatışmaları simgeleyen öfkeli çıkışlarıyla -dahası, orgazmik doruklara ulaşan bir sevişme sahnesine değin. Zaman zaman sahneden aşağıya atlayıp izleyicilerin arasına da karışıyor, iğrençliğe varacak aşırılıklardan da kaçınmayarak! Tüm bunları gerçekleştirmek için salt bedeni ve çehresi var- ve de o inanılmaz biçimde cam çatlatıcı yüksek frekanslı sesi...

...bir de: trampeti! Beyaz tenekeden yapılmış, kenarı kırmızı-beyaz üçgenlerle süslenmiş, bedenine ince bir kayış ile geçirilebilen bu trampetten belki 8-10 adedini patlatıyor “küçük” Oskar, 3 ile 21 yaşları arasında geçirdiği 18 yıl boyunca. Peki, sonra ne oluyor? 21 yaşında, savaşın sonunu yaşadığında, yeniden büyümeye karar veriyor Oskar Mazerath - ancak Grass’ın romanının daha sonraki (üçüncü) bölümünü içermiyor bu uyarlama, aynen Schlöndorff’un filmi gibi... İki erkek ile aynı anda ilişkide bulunmuş bir anneden olma, babasını hiç bir zaman bilememiş, nefret, ihanet ve fırsatçılık arasında büyümüş ve daha iyi bir dünyaya susamış olan Oskar, işte bu dünyaya giriş yapmak üzere ayrılıyor izleyicilerinden, yeni bir geleceğe doğru!

Elbet tiyatrodur Oliver Reese’nin tasarlayıp sahnelediği, Nico Holonics’in canlandırdığı bu gösteri - her ne kadar dramaturjisi Günter Grass’ın romanını değişik veya ayrıksı açılardan yorumlamaya çalışmıyorsa da; bundan tam altmış yıl önce yazılmış bir öyküye yeni bir şeyler katmıyor ve tam kırk yıl önce çevrilmiş, Oscar ile Cannes Festivali büyük ödüllerini almış olan filmin doğal olanaklarıyla sanatsal boyutlarına da ulaşamıyorsa! Bu ikonik romanı “gör”ürken bir beden, yüz ve ses “festivali” yaşıyoruz, neredeyse 120 dakika boyunca birinci sınıf bir tiyatro emekçisinin devinimlerine, emeğine tanık oluyoruz, ağzımız açık kalıp, zaman zaman nefesimiz de kesilerek - ve bu da yeter, artar bile!

1 Bu yazı, www.tiyatrodergisi.com’da yayınlanmıştır.


Daha fazlasi icin..