‘KADINLAR FİLLER VE SAİRELER’ ÜZERİNE

‘KADINLAR FİLLER VE SAİRELER’ ÜZERİNE

‘KADINLAR FİLLER VE SAİRELER’ ÜZERİNE[i]

Fatma Işık Tuğcu

Ekim 2017

Türkiye’de feminist teorinin terminolojisini oluşturan ve 1980 sonrası oluşan Türkiye kadın hareketinin öncülerinden olan geçtiğimiz ay kaybettiğimiz Doç. Dr. Şirin Tekeli, son çalışması, ‘Feminizmi Düşünmek’ kitabının sunusunda, kitabın yayınlanma nedenini şöyle açıklar:

'Bu kitabı yayımlamamın ana nedeni, tarihe not düşmek. Kadınların tarihini bilenler, bu tarihin inişli çıkışlı olduğunu ve kadın hareketinin güçten düştüğü dönemlerde kadınların tarihinin el birliğiyle unutturulduğunu hatta belgelerinin kaybolduğunu iyi bilirler.’[ii]

Kadınların tarihinin değil, toplumsal hayattaki varlığının sınandığı ülke koşullarında kadın mücadelesi, kadın sorunlarının görünürlük kazanması, tam da bu yüzden her zamankinden daha değerli… Son on yıllık kadına yönelik şiddet ve cinayet sayısındaki artış ağır bir tablo ortaya koymaktadır. Sorun, kadının toplumsallaşmasıymış gibi bir algı yaratılmakta, çözüm olarak da, ‘Pembe Otobüs Projeleriyle' kadının kamusal alanlardan izolasyonu, topluma onaylatılmak istenmektedir.

Yunus Emre Gümüş’ün yazdığı, Özen Yula’nın yönettiği Kadınlar, Filler Ve Saireler, oyunu yaşanan güne denk düşmesi bakımından önemli bir yapım… Her ne kadar oyundaki kadınlar, yaşadığımız toplumdaki kadınlardan daha özgür görünseler de, ‘izole olma halini’ içselleştirdiklerinden, bu güzergâh üzerinden okunmaya elverişli… Oyunda aynı apartmanın üç farklı dairesine gömülmüş, üç yalnız kadının hayata ilişkileniş ve/veya ilişkilenemeyiş hikâyelerine tanıklık ediyoruz. Üç kadının da adı yok; ortak kadınlık hikâyeleri anlatılmak istenmiş. Üç kadının ‘dış dünyayla’  kurdukları ilişki anneleri ve sevgilileri üzerinden ilerliyor.

Açelya Topaloğlu’nun canlandırdığı karakter, çocuk yaşta, bir trafik kazasında anne-babasını kaybettiğinden, bu boşluğu onların fotoğraflarıyla doldurmaya çalışmakta, fotoğraflarla dertleşmekte, dış dünyanın hoyratlığından onlara sığınmakta… Yoğun yalnızlığını, sosyal medyada yarattığı ‘profiller’ ve günü birlik ilişkilerle örtmeye çalışmakta… Tek amacı, hayata onu bağlayan biricik umut; evlenilebilecek bir koca bulabilmek…

Vahide Perçin’in canlandırdığı, ekolojik bir dünya özlemiyle yaşamış, gençliğini bu mücadeleye adamış karakterin de tek umarı, çocuk sahibi olabileceği bir erkek bulabilmektir. Zira yakalandığı hastalıktan kurtulabilmesi ancak bu yolla mümkündür. Baba adayı ararken karıştırılan eski telefon defterlerinden, anneyle yapılan telefon konuşmalarından onun da hayatta ‘elde var sıfır’ noktasında olduğunu görüyoruz.

Üçüncü karakteri, Yasemin Conka canlandırıyor. Mutlu evlilik hayali, terk edilmesiyle noktalanınca dünyası başına yıkılan ve sonra aslında bu hayalin bile kendisine ait olmadığını fark eden bir kadın…

Üç kadın da alabildiğine yalnızlar, üç kadın da kurtuluşu evlikte görmekteler. Bu üç kadının bir diğer ortak noktası -ki benim en çok hoşuma giden ortaklıkları- her şeye rağmen alabildiğine neşeliler. Her üçü de yalnızlıklarıyla, yenilgileriyle, hüsranlarıyla, sosyolojik düzlemin dışına taşmışlıklarıyla dalga geçebilecek kadar güçlüler. Ancak çıkışı, kurtuluşu bir ‘erkek bulmak’ üzerine kurabilecek kadar da, ‘toplumsallaştırılmışlar.’ Neyse ki, oyunun sonunda ani bir aydınlanma yaşarlar ve kadın dayanışması ağının ilk ilmeğini atarlar.

Kadınların, vardıkları bu ortak ‘çözüm noktası’ üzerinden sorulabilecek en doğru soru; bu üretilen çözümün tesadüf olup olmadığı… Oyun metni, bu konuda ufak işaretler verse de, bu soruyu sormak, sorgulamak, hayattaki izdüşümünü bulmak seyirciye kalıyor. Kadın sorununun ekonomik, ideolojik, politik, psikolojik yönleri ve bunların iç içe geçmişliği, zaman zaman gülmece öğelerinin altında kalsa da, sorun olarak, ‘toplumsal erkeklik kodlarını’ değil, ‘erkeği’ gösterse de geride sorular bırakan, gülmeceyle birlikte tedirginlik de yaratan bir oyun; Kadınlar Filler Ve Saireler…

Zira kadın sorunu ancak bütünsel bir teorik yaklaşımla ele alındığında anlam kazanabilir. Toplumsal cinsiyet rejiminde kanıksatılan cinsiyet rolü klişeleri, erkeklik imgelerini iktidar ve otorite kurma çabasıyla özdeşleştiren toplumsal ve kültürel bağlar,  kadınları olduğu kadar erkekleri de sınırlamakta, yaratılan kodlara uygun davranmalarını beklemektedir. Toplumsal cinsiyet rejimi kadınları ve erkekleri birbirlerinden yalıtılmış bloklar olarak inşa eder. Tüm davranış biçimlerini, toplumsal cinsiyet imgelerini oluşturan fikirler ve söylemlere bağlar. Dişil olan, ‘sevgi, bağımlılık, zayıflık’la’, eril olan ‘iktidar, şiddet ve güç’le eşleştirilir. Bu eşleştirme kurumsallaştırılmış, toplumsallaştırılmış ve bireyler tarafından da içselleştirilmiştir. Sosyal üretim süreçlerinden kopartılan kadının asli görevinin ailesine karşı olmasını sağlamak adına merkezinde kadının doğurganlığının yer aldığı ideolojik bir sistem kurulmuştur. Din, ahlak, eğitim, felsefe, edebiyat, medya ve devlet -yasaları ve baskı aygıtlarıyla- kadının beşikten mezara kadar durumunu kabullenmesini sağlayan inançları üretmekte, yaymakta ve sınırı aşanları zorlamakta sonrasında da cezalandırmaktadır. Kadınlarla fillerin benzerliği de işte bu kabullenme, içselleştirme bu düzlem üzerinde kurulmuş. Öğretilmiş çaresizlikle kadınlar da, filler de, sunulu toplumsal veriler silsilesini sorgulamaktan vazgeçerler. Hindistan’da filler çok küçük yaşlarda eğitilmeye başlanır. Ayaklarındaki kalın zincirlerle bir ağaca bağlanırlar. Bağlandığı ilk andan itibaren zincirini parçalamak için tüm gücünü ve zamanını kullanan yavru fil, bunu asla başaramaz. Özgürlüğüne kavuşmak için günlerce gecelerce uğraşsa da, zinciri koparamaz. Sonunda çabalamaktan vazgeçer. Bu aşamaya gelindiğinde artık filin ayağındaki zincir çıkarılıp yerine bir odun parçası bağlanır. Yavru fil, gördüğü odun parçasıyla bağlandığı ağacı hatırlar ve asla kurtulamayacağını sanır. Bulunduğu çevrenin sınırlarını geçmez. Büyüyen fil ağaçları sökecek güce ulaşmıştır ama gücünü sınamayı asla göze alamayacak kadar ehlileştirilmiştir. Oyunda kadınlarla filleri bağlayan ana damar, bu ehlileştirilme hali. Bunun yanı sıra, fillerin yaşadıklarını unutmamaları, vefakâr olmaları ve hakkaniyetli davranmaları gibi özellikleri ile de kadınlara benzetilmiş.

Oyunda tiyatronun tüm bileşenleri, oyunun türüne uygun olarak birbirini besleyecek şekilde birleştirilmişler. Dekordaki renklerin canlılığı, oyuncuların şen şakrak hallerine ortak olmuş. Yine dekorda saati çağrıştıran irili ufaklı göstergeler zamanın, toplumsal değerlerin kazınmasındaki etkisine vurgu yapıyor, gibi geldi bana. Muhtemelen oyunun tasarımcısı Barış Dinçel de böyle düşünmüştür.  Durmaksızın, sessiz bir inatla çalışarak, bilincimize kazınan toplumsal cinsiyet normlarının taşıyıcıları… Nalan Alaylı’nın kostüm tasarımının da çok başarılı olduğunu söylemeden geçmemek gerek. Oyuncuların hiç düşmeyen oyun tempoları, neşeleri ile keyifli bir seyirlik; Kadınlar, Filler ve Saireler… Daha da önemlisi, sözü olan bir oyun…

[i] Bu çalışma, TEB Oyun Dergisi’nin Güz, 2017 tarihli 35. sayısında yayınlanmıştır.

[ii] Şirin Tekeli, Feminizmi Düşünmek, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017