KÖPEKLERİN -ŞİİR GİBİ- İSYAN GÜNÜ

KÖPEKLERİN -ŞİİR GİBİ- İSYAN GÜNÜ

KÖPEKLERİN -ŞİİR GİBİ- İSYAN GÜNÜ1

Yusuf Dündar

Ocak 2017

Her çağda birbirlerinden habersiz insanlar vardı muhakkak ama geçmişteki uzaklıkların ana kaynağı somut mesafelerdi. Zamanla değişti uzaklık kavramı. Yakınlık birliktelik barındırmadı içerisinde; çünkü gelişti insanlık. Şeffaf duvarlar örüldü benliklerin etrafına, aşılmaz. Ve o kadar kalabalıklaştı ki zihinler, kendi seslerini bile duyamaz oldu insanlar.

“İnsanı insana insanca anlatırken” böylesine düşüncelere kapı aralayan ve ilk defa 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyirciyle buluşan “Köpeklerin İsyan Günü”; Ceren Ercan tarafından kaleme alınmış ve oyunun yönetmenliğini Mark Levitas üstlenmiş. Ercan, Gustav Flaubert’in “Madam Bovary” adlı romanından uyarladığı “Köpeklerin İsyan Günü”nde basit bir olay örgüsü üzerinden kişiler ve içerisinde bulundukları durumu mercek altına almış. Uzun soluklu, titiz bir çalışmanın sonucunda ortaya çıktığı belli olan ve bir durum öyküsü anlatan metin, yaşama geniş ölçekli bir bakışla eğilirken sanatsal gerçekliği temele almış.

Durmaksızın daha iyisini istemekten yorgun düşmüş, etrafındakiler bir yana, kendilerini bile unutmuş orta sınıf insanlar var bu öyküde ve sıkıştırıldıkları sevinci aksak, huzuru eksik dünyanın sınırlarını koruyabilmek uğruna yanı başlarındaki ölümü bile görmezden gelen yoksullar… Biraz da istekler arasında uçurumlar var. Öyle ki birileri daha iyi bir İstanbul düşlerken, diğerleri rutubetli bir eve mahkûm olmamayı hayal eder.

Levitas, oyunun reji haritasını çıkarırken metnin post-dramatik yapısını esas alarak hiçbir ön koşulu referans almamış. Kesin hatları olmayan metni, yazar evrenine yeni bir yorum getirmek amacıyla yeniden inşa etmiş kendi yaratım dünyasında. Yapısöküme uğratılan metinde karakterlerin eylem, söylem ve ruh dünyalarına bilinçaltı hatta zaman zaman bilinçdışı süreçlerin yön verdiği var sayılmış. Bu yeni sentez kendi içerisinde özgün, tutarlı ve başarılı karakter yaratımlarını sağlamış olsa da beraberinde birtakım problemler getirmiş. Örneğin; kişiler arası ilişkiler, belki metinden bile daha güçlü bir netlikte sunulması gerekirken, karakterlerin fazlasıyla içe dönüklüğü sebebiyle derinliği olmayan bir düzleme oturmuş. Bu tercih de hikâyenin bütününü görebilmeyi önemli ölçüde zorlaştırmış. Bunun yanı sıra, oyunun bütününe izleyenleri kavrayacak oldukça başarılı bir ana duygu önerilmiş; fakat sahnelerin duygu durumları birer fotoğraf karesi gibi tek boyutlu olarak kalmış. Böylelikle oyunun seyircilerle kurması muhtemel duygusal etkileşim derinleşememiş.

Sahnelemenin görsel ögeleri ise gerçek anlamda etkileyici. Cem Yılmazer imzalı büyük kapı pervazlarını andıran, birbirinin içerisinden geçebilecek şekilde farklı boyutlarda tasarlanmış ana dekorun konumlandırılışı değiştikçe, zihin mekânın değiştiğine kolaylıkla ikna oluyor. Daha küçük parça dekorlar ise güçlü metaforlar içeriyor. Tüm karakterlerin zaman zaman kullandığı sahnedeki iki sandalye, varsıl veya yoksul fark etmez, insanın bir sandalye kadar yer işgal ettiğini; bir görünüp bir kaybolan kutu ise esasında yaşamın bir kutu eşya etrafında döndüğünü ima ediyor. Yine Yılmazer’e ait ışık tasarımı da lokal anlamda karakterlerin iç dünyalarına yoğunlaşırken, sahneleme genelinde ise rejinin arzuladığı hâkim havayı yansıtmayı başarıyor. Mehtap Yılmaz’ın tasarladığı kostümler de -Köpek Gezdiricisi’nin alelâde giysisi müstesna- doğru karakter analizlerinin ürünü. Estetik bütünlüğü önceleyen tüm bu görselleştirmeye Ömer Sarıgedik’in duygu durumlarını açığa çıkaran ve yer yer akışı rahatlatan müzik ve ses tasarımı eklemlenince üç boyutlu bir dünyaya dâhil oluyor seyirciler.

Oyuncular ise istenen dünyanın yaratılabilmesinin metne, rejiye ve kendilerine sunulan alan genişliğine doğru karşılıklar vermekle mümkün olacağını içselleştirmişler. Ve incelikli alt metin analizlerini genel anlamda karakter yaratımlarıyla buluşturmuşlar.

Kanbolat Görkem Arslan, elindekileri yitirmek istemeyen ve daha fazlasına sahip olmayı arzulayan Cengiz’e başarıyla hayat veriyor. Sercan Gülbahar, birçok oyunda karşılaşılan yanlış sunumun aksine, alt sınıftan biri olan Köpek Gezdiricisi’ni herhangi bir yöreye mahsus konuşma biçimiyle değil düzgün bir İstanbul Türkçesiyle yorumluyor. Esnek vücut dili, tutarlı geçişleriyle üstelik. Zuhal Gencer Erkaya da Suzan’a doğru açıdan yaklaşmış; ancak karakter canlandırmasında zaman zaman bir melodramda oynuyormuş izlenimi veriyor. Elif Ürse ise hizmetçi Nesrin performansını etkileyici bir beden-zihin-duygu üçlemine oturtmuş.

Platform’un bu ilk projesi, küçük birtakım eksikliklere rağmen,  düşünsel altyapısı başarılı rejisi ve hassasiyetle inşa edilmiş metniyle izleyicilere seyir hazzı yaşatacak bir oyun. Hem adı da şiir gibi değil mi zaten: “Köpeklerin İsyan Günü”. Seyredenler belki türlü türlü izlenimlerle ayrılacaklar; fakat seyretmeyenlerin, kavgaya-gürültüye “tiyatro” denilen bu zorlu günlerde bir “oyun” izleme keyfinden mahrum kalacakları kesin.

 

1 Bu yazı, 27.01.2017 tarihinde http://www.zorunlusahne.com/kopeklerin-siir-gibi-isyan-gunu/ adresinde yayımlanmıştır.


Daha fazlasi icin..