KORKULARIN GÖLGESİNDE YAŞAYAN VE YARALI BİR: GÖLGE USTASI

KORKULARIN GÖLGESİNDE YAŞAYAN VE YARALI BİR:  GÖLGE USTASI

KORKULARIN GÖLGESİNDE YAŞAYAN VE YARALI BİR:

GÖLGE USTASI1

Ragıp Ertuğrul

Mayıs 2015

Ercüment Yılmaz gibi genç bir genel sanat yönetmeninin sorumluluğunda güzel işlere imza atmaya devam eden Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın sezon oyunlarından olan “Gölge Ustası”,  Yıldırım Türker ve Yeşim Dorman tarafından 1980 yılında yazılmış.

“Gölge Ustası” temelinde anne ve iki çocuğunun hayat mücadelesini konu ediniyor. Aile, baba hayattayken güzel günler geçirmiş, ölümünden sonra ise yaşam savaşı vermeye başlamıştır. Anne evlere iğneye giderek evi geçindirmeye çalışırken erkek evlat da bir memuriyete kapağı atarak sabit bir kazanca sahip olmuştur. Oysa ailenin vermek zorunda olduğu bu savaş, sadece geçime dayalı değildir. Ailenin küçüğü Seniha, evden sürekli uzaklaşmaya meyillidir. Ve belli ki anne ile ağabey Tardu’nun da bu uzaklaşmalara karşı bir korkuları oluşmuştur. Özellikle Tardu aslında yaşı pek de küçük olmayan kız kardeşinin hep evde kalmasını ister, evde göremeyince telaşlanır, annesine bile onun bu gidişlerine göz yumması dolayısıyla zaman zaman kızar. Günün birinde Seniha, denizin kıyısındaki parkta ışık oyunlarına dalmış gölgelerle konuşurken Cengiz adında bir ressamla tanışır ve eve onunla birlikte döner. Köhnemiş bir evin bodrum katına sığınmış, hayatlarını sürdürmeye çalışan bu yaralı aile, Cengiz’in gelişiyle geçici bir renkliliğe bulanacaktır.

Seniha’nın gölgelerle arkadaşlığı, iç dünyasının renklerinin ancak gün ışığı azalırken ve ışıklar kısıldığında ortaya çıkması, ve aslında ailenin tüm bireylerinin bu gölge oyununun bir kahramanı olduğuna işaret eden görsellik, hikayeyi gerçekten de öte bir samimiyetle seyirciye ulaştırıyor. Yalnız bu samimiyet içinde Cengiz’in duruşunu çözümlemekte zorluk çekiyoruz. Cengiz, Seniha’nın saflığından etkilenmiştir ama onu görmek için de bahaneler yaratmaktadır. Senihacığın o saf yüreğiyle sorguladığı şekilde eğer onu sevmiyorsa -ki Seniha’nın “Beni seviyor musun?” sorusunu cevapsız bırakıp gidiyor- bu gelişlerinin amacı nedir? Bu sorunun cevabını rejide ortaya çıkmasa da metinde takip ettiğimizde Cengiz’in Tardu’dan etkilendiğini anlıyoruz. Ailesine kol kanat geren, gençliğini yaşayamayan ve yaşamın acımasızlığına karşı dimdik durmak zorunda olan ama ruhunu ve beynini satranç oynayarak arındırmaya çalışan bu genç,  hayata sanatçı duyarlılığıyla bakan Cengiz’i etkilemiştir. Oysa anne, imkansızlığını bilse de Seniha’nın kısa sürecek mutluluğunu borçlu olduğu Cengiz’in bu ziyaretlerinden son derece memnundur; Cengiz’in Seniha’ya olan hislerini sorgulama gereği duymaması da bundandır. Tardu ise Cengiz’in bu zamansız ve sebepsiz ilgisinin Seniha’yı daha da yaralayacağından emindir ve ailesini koruma iç güdüsüyle öfkesinin bir an olsun önüne geçmez.

Oyun metni, özellikle çocukları şizofreni hastası olan ailelerin çektiği sıkıntılara ve sorunlara dokunduğu için tiyatro ekibini çok etkilemiş. Toplumsal bir sorunu işlemeye odaklanmış oyunlarda, klişelere düşmeden, toplumsal yaraya parmak basan ve aynı zamanda seyircinin ilgisini ayakta tutacak hikayeyi, sanatsal estetik, bütünlük, tutarlılıkla ele almak büyük ustalık ister. Bu nedenle yazarlarının gençlik dönemi oyunlarından olduğunu öğrendiğim “Gölge Ustası”, yönetmen Funda Mete’nin rejisiyle bu toplumsal mesajı didaktikleşmeden gündeme getirecek bir estetiğe sahip.

Erkek veya kız, ağır derecede ruh ve sinir hastalıklarına sahip gençlerin, toplumun cinsel saplantılı ve sağlıklı düşünmeden yoksun bir kısım insanlar tarafından tacize, saldırıya ve tecavüze uğramasının, birer üçüncü sayfa haberi gibi görünse de sağlık, hukuk ve sosyal bilimlerin ortak alanına giren son derece önemli bir durum olduğu göz ardı edilmemelidir. Oyun bu bağlamda özel bir ilgiyi hakediyor.

Bu aile dramında anneyi Özlem Akdoğan, Seniha’yı Pınar Bekaroğlu, Tardu’yu Emre Demirci, Cengiz’i Alp Sunaoğlu canlandırıyor. Özlem Akdoğan, annenin tüm kırılganlığını bastıran ve arkasına sığınmak zorunda olduğu hoşgörüyü ve umudu taşımaya azimli yapısını incelikli ve dramatik oyunculuğuyla mükemmel derecede sergiliyor. Pınar Bekaroğlu, Seniha’nın çocuksu ruhuyla, asabiyeti, heyecanlarıyla korkuları arasındaki geliş gidişleri büyük bir dinamizm ve gerçekçilik içinde yansıtıyor. Emre Demirci, ağabeyin ruh halini daha yoğun yansıtma fırsatını sunan bir rejide, Tardu’yu hikayenin odağı haline getirebilirdi. Ancak Seniha’nın trajedisine odaklanan bu rejideki performansı da yeterince iyi. Sahne duruşu ve ses tonuyla olduğu sahnede kendisini dinletiyor. Alp Sunaoğlu’na gelince Cengiz’in aileyi bu derece etkileyecek karakterini ortaya çıkaramıyor. Sahnede ve hikayenin tam ortasında bir tarafı yarım bir figür olarak kalıyor.

Anıl Ateş Işık’ın tasarladığı dekor, bir bodrum katından ziyade merdivenleri saymazsak bir ahşap evin giriş katını andırıyor. Zira eski ahşap evlerde bu denli büyük bir yaşam alanı görmeyiz. Tasarımını Tülay Kale’nin yaptığı kostümler oyunun yazıldığı dönemi başarıyla yansıtıyor. Oyunun belkemiğini oluşturan ışığın daha doğrusu gölgelerin mimarı H. İbrahim Karahan ise hikayenin ruhunu; kasveti, kıstırılmışlığı, sıkışmışlığı tam olarak yansıtan bir ışık tasarlamış.

Nihayetinde Eskişehir Büyüksehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun iletişimini yürüten sevgili İlkay Altıntaş’ın özverili çalışması ve emekleriyle seyretme fırsatı bulduğumuz “Gölge Ustası”, bizi içtenlikle sarıyor ve üzerinde düşünmemizi sağlayacak sorularla başbaşa bırakmanın ötesinde üzerinde konuşturmayı başarıyor.

1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.