KÜBA’YI NASIL BİLİRSİNİZ? BİR DE RIMINI PROTOKOLL’DEN İZLEYİN.

KÜBA’YI NASIL BİLİRSİNİZ? BİR DE RIMINI PROTOKOLL’DEN İZLEYİN.

KÜBA’YI NASIL BİLİRSİNİZ? BİR DE RIMINI PROTOKOLL’DEN İZLEYİN.1

Özlem Hemiş

Ocak 2020

Küba’yı nasıl bilirsiniz? Ben Küba’yı üstünde dolaşan mit bulutundan biliyormuşum mesela. Mitler iki yönde varolmuşlar. İlki devrimci Küba fikri: Castro, Che, ambargo, kapalı bir ekonominin kendine yetme çabası, direniş ve dayanışma. İkincisi ise Amerikan film ve dizi sanayinden yansıyan, despotik Küba’nın açlıkla boğuşan halkının Amerika’da demokrasiye kavuşma özlemi; mülteci Kübalıların Amerika ile imtihanları. Her iki yönde de mit bulutundan hakikat dermek, dinleyenin kıssayla münasebeti doğrultusunda hisseleniyor. Castro hayattayken Küba’yı bir görsem diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Sanki o gidince o bulut dağılacak, gördüklerim beni acıtacak, tutunduğum bir umut sönecek sanıyordum. Di’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü “commandante”lerin torunlarının devrimin evrimine niyetlerini öğrendim. Bunun için Küba’ya gitmedim. Bu fikre harikulade dört genç Kübalının sahnede anlattıkları hikâyeler sayesinde, birazdan size anlatacağım oyunda izleyerek kapıldım.

Oyunun adı Granma.Trombones from Havana. Bire bir çevirirsek Nine. Havana’dan Trombonlar demek gerekiyor. Ama bu Granma, sadece o granma değil. Bu Granma neredeyse Atatürk’ün Samsun’a çıktığı Bandırma gemisine tekabül ediyor. Granma Fidel Castro ve arkadaşlarının Batista’nın gönderdiği Meksika sürgünündeyken, büyükannesine düşkün emekli bir Amerikalı’dan kıt kanaat aldıkları eski yatın adı. Castro önderliğinde bu yata doluşan 81 anarşik, 2000 galonluk yola 1200 galon yakıtla çıkıp, gerekenden uzun sürede ve yanlış noktaya çıkarak zafere ulaşmışlar. Granma bu nedenle Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin haftada altı gün çıkan gazetesinin adı. Bir devrim sembolü.

Oyunun hikâyesi devrimi yapanların, devrimin sunduğu ufka yürüyen torunları tarafından anlatılıyor. 25-35 yaşlarındaki iki kadın ve iki erkek. Günümüz Küba’sında ve Trumpgillerle dijitalize evrenin belirlediği dünyamızda varlıklarını sürdüregelirken büyükanne ve büyükbabalarıyla söyleşerek, bazen dalga geçip gülerek, bazen hüzünlenerek hesaplaşıyorlar. Oyunun adının bir katmanını bu söyleşim belirliyor. Anneler ve babalar gündelik hayatı idame ettirme telaşında çocuklarının tadını çıkaramazlar ama onlara bakan büyükanne ve büyükbabalar kendi çocuklarında tadamadıklarını torunlarıyla yakalarlar. İşte böyle bir bağın varlığı oyunun her adımında fark ediliyor. Kişisel tarihlerle Küba’nın tarihi iç içe geçiyor. Anlatıcıların tavrında o şefkati hissediyorsunuz.

Yönetmen Stefan Kaegi, 2018’de altmış kadar genç insanın hikâyelerini dinlemiş ve aralarından bu dört kişiyi seçmiş. Oyun Milagro (25) ile açılıyor. Mutenalaştırılmakta olan bir semtte büyükannesiyle yaşayan Jamaika kökenli bir tarih öğretmeni. İnsanların temel gıdalarını karne ile aldığı bir semtte şık galerilerde pahalı tabloların satıldığı çelişmeler yumağına karşın devrimi savunuyor. Daniel’in (35) dedesi Faustino Perez Granma’daki o asilerden. Zamanla devrimin idealleriyle yolu ayrılsa da bakanlık ve elçilik görevlerinde bulunmuş. Torun, onun yanında büyümüş ve bugün bir yandan komunist enternasyonalin okur-yazarlık projesine destek veriyor, öte yandan bir web sitesinin çeviri işlerini yaparak hayatını kazanıyor. Christian (25) Domuzlar Adası Çıkartması’ndan Filistin’e kadar pek çok yerde çarpışan dedesinin ardından gidip asker olmak istemiş ama yeterince itaatkâr olmadığından sınavı geçemeyerek bilgisayar mühendisi olmuş. Büyükannesiyle yaşayan Diana (30) ünlü bir şarkıcının torunu. Trombon çalıp, şarkı söylüyor. Oyunun bir yerinde Küba’da insanların birbirlerinden inşaat öğrenerek ev yaptıkları anlatılıyor. Bir işi bilenin diğerlerine öğretmesi yönetmenin ilgisini çeken bir motif olmuş ve bu esinle Diana da sahne arkadaşlarına trombon çalmayı öğretmiş. Ari Benjamin Meyers’in oyun için Küba’nın askeri ve vatansever ezgilerinden yola çıkarak bestelediği müzikleri yer yer birlikte çalmaları bu sayede gerçekleşmiş. Bir diğer imeceleri ise sahnenin bir kenarında duran dikiş makinesinde işledikleri yıllar. Biri hikâyesini anlatırken ya da diğeri dinlerken, devrimin kronolojik tarihini sabırla teker teker kat ederek ortaya kolektif bir “iş” koymaları ve oyunda akan zamanı görünür kılmaları güzel bir buluş olmuş. Obje tiyatrosuna da göz kırpılmış; trombonlar ve diğer nesneler sahnede hikâyelerin anlatımını renklendiren kuklalara dönüşmüş.

Dört kişinin hem de kronolojik bir yapıda tasarlanmış hikayelerini anlatmaları kulağa sıkıcı gibi gelebilir ama öyle değildi sevgili okur. En sevdiğim etkinlik olan “eğlenerek öğrenmek” formundaydı. Buradaki “eğlenme”yi biraz açabilirim. Sadece gülmekten söz etmiyorum. Acıdan hazza, neşeden kedere, hüzünden kahkahaya iyi zamanlanmış dalgalanmalarla geçmek ender bir deneyim. İyi dramaturji ve zamanlama duygusu yüksek yönetmenler, doğru terkiple bu hissi yaşatabiliyor. Üstelik içeriği hafifletmek, olayların ve olguların hak ettiği saygıdan vazgeçmek filan da gerekmiyor bunun için.

Berlinli topluluk Rimini Protokoll kuruluşundan (2002) bu yana “belgesel tiyatro” başlığı altında değerlendiriliyor. Topluluğun kurucuları yazar ve yönetmenler. Çok sayıda ödülle taçlandırılan kariyerlerinin çekirdeğinde “sahne üstünde yakaladıkları gerçekçilik” bulunuyor. Brecht’in evlatları, alışılmadık olan perspektiften bakmanın bu gerçekliği yakalamalarında etkili olduğunu söylüyorlar. Bana kalırsa allayıp pullamıyor; azıcık neşeye buluyorlar. Brechtyen ters köşe insanın dudağına bir gülücük kondurur ya hani; o kadar bir şey. İmbiklenmiş metaforların gişe garantili şıklıkları yerine gerçek hayattan, bugünle cebelleşen gerçek insanların meselelerine eğilmişler; dengeyi tutturmuşlar. Diğer yapıtlarına şöyle bir baktım, hızlı ve hırslı çalıştıklarını tespit ettim. Beni pek kavrayamayan bir işlerini görmüşlüğüm var ama Granma. Trombones from Havana ile o izi silerek kazandılar.

 

1 Bu yazı, Ocak 2020’de Milliyet Sanat’ta yayınlanmıştır.

Okura Not 1: Bu yazıyı okurken bir yandan Bill Laswell’in Imaginary Cuba albümünü dinleyebilirsiniz.

Okura Not 2: Üstüne daha çok konuşulabilecek bu iş sanırım uzun süre festivallerin konuğu olacak. Eylül’den Aralık’a kadar, Zürih, Cenevre, Prato, Lugano, Berlin, Vitoria, Münih, Dresden, Paris ve Atina’ya gidecek.

Okura Not 3: 2008’de aldıkları çok havalı bir ödülleri var. Tiyatroda Yeni Formlar Avrupa Ödülü. Aldıkları diğer pek çok ödülün yanında bu, hayli müstesna.