MESAJIM MESAJIN OLSUN MU? ‘MUTLUYDUK BELKİ BUGÜNE KADAR’
MESAJIM MESAJIN OLSUN MU? ‘MUTLUYDUK BELKİ BUGÜNE KADAR’1
Rengin Uz
Şubat 2018
İki yıl önce büyük sükse yapan, Paolo Genovese’nin ‘Perfetti Sconosciuti/Muhteşem Yabancılar’ filmi, Türkiye’de ilk kez bir tiyatro oyunu olarak seyirciyle buluşuyor. Oyun, sıra dışı tehlikeli bir telefon oyunuyla, ilişkiler bağlamında pek çok konuyu tartışmaya açıyor.
Cep telefonlarımız… Dijital dünyada, çoğumuz için bir iletişim aracı olmaktan öteye geçen, yapışık yaşadığımız, onlarsız bir hayat düşünemediğimiz yakın dostlarımız… Hatıra defterlerimiz, sırdaşlarımız, kimi zaman gizli ve karanlık duygularımızı yüklediğimiz suç ortaklarımız, kara kutularımız… Peki ya telefonumuza sakladığımız bu sırlar, bu mahremiyet bir gün açığa çıkacak olursa?
İki yıl önce, İtalya’da ve dünyada büyük sükse yapan ve David di Donatello ödüllerinde ‘En İyi Film’ ödülünü kazanan Paolo Genovese’nin yazıp yönettiği ‘Perfetti Sconosciuti/Muhteşem Yabancılar filminden Türkiye’de bir oyun bir de film çıktı! Kerem Pilavcı’nın orijinal metinden uyarladığı ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’ oyununu Ahmet Sami Özbudak sahneye koydu. Oyun, hikâyedekine benzer bir şekilde, Tophane’de bir ‘loft’ta gerçekleşiyor. Bu mekânın adı daha önceden Plan Be olduğu için biraz kafa karışıklığı yaptı doğrusu. B Planı varken bir de Plan Be mi çıktı yeni tiyatro olarak dedik! Meğer açıklaması buymuş! Two Two Prodüksiyon yapımı olan oyuna girer girmez, bu sıcak mekânın bir parçası oluyorsunuz zaten. Sanki arkadaş ziyaretine gitmiş gibi. Bu akşam, onların konuklarıyız.
Konu zaten tek mekânda, yemek masasında geçtiği için, filmi, tiyatroya uyarlamak bana çok akılcı geldi. Kerem Pilavcı da iyi kotarmış. Kısaca konuya değinecek olursak; Erkeklerin çoğu eski arkadaş olan bir grup eşleriyle birlikte terapist Eva ve estetik cerrahı olan eşi Rocco’nun evindeki yemekte bir araya gelirler. Bir dolunay gecesi! Çiftin evde hazırlık sırasında yaptıkları konuşmadan ortak sorunlarının 16 yaşında genç kızlarının asi davranışları olduğunu anlarız. Çok küçük yaşta evlenen Eva ve kocasının tek sorunu bu mudur? Henüz oyunun başındayız, bir şey söylemek için çok erken! O akşam eve davetli olan diğer çiftleri de tanıyalım; Birçok işi batırdıktan sonra taksi şoförlüğünde karar kılan Cosimo ile yeni evlendiği genç, güzel karısı veteriner Bianca, 10 senelik evli, 2 çocuklu avukat Lele ile karısı Carlotta ve sevgilisi hastalandığı için davete tek başına katılmak zorunda kalan beden eğitimi öğretmeni Peppe (oyunun sürprizleriyle ilgili hiçbir ipucu vermiyoruz!) Neşeli bir ortamda içkiler doldurulur, orta sehpaya yiyecekler konur. Karısını, 19 yaşındaki genç bir kızla aldatan ve cep telefonu yüzünden yakalanan arkadaşlarının konusu açılınca, ‘ Hep şu cep telefonun suçu’ muhabbeti başlar ve ilginç fikir Eva’ dan gelir; Var mısınız, cep telefonlarımızı açık olarak ortaya koyalım? Gece boyunca gelen bütün aramaları, mesajları hepimiz duyalım! Hafif bir tedirginlik ve şaşkınlık yaşansa da onlar yakın arkadaştır, sıkı dosttur, karı kocadır, gerektiğinde sırdaştır. Kimsenin de kimseden gizlisi saklısı yoktur! Rocco’nun itirazlarına rağmen telefonlar ortaya konur, oyun başlar. Önce belki eğlenceli gelmiştir ama giderek gerilim artmaya, olay tehlikeli bir boyut kazanmaya başlar. Artık, kocasından gizli meme büyütme operasyonuna hazırlanan mı istersiniz? Karısından habersiz terapiste başlayan mı? Karısını, hem ev sahibesi hem de başka kadınlarla aldatan mı? O kadınlardan birini hamile bırakan mı? Gecenin bir vakti, telefonuna porno fotoğraflar gelen mi? Hiç tanımadığı bir adamla ‘külot giydin mi?’ muhabbetine giren mi? Telefonda annesine nefret kusup babasıyla en mahremini paylaşan mı? Eski erkek arkadaşının, yeni kız arkadaşıyla ilişkisine deva olan mı? Gecenin son bombası ise Lele’ye, telefonun öbür ucunda ‘seni özledim’ diyen bir erkek sesidir! Maskeler düşmüştür. Neşe içinde başlayan gece, ön yargıların, ikiyüzlü ilişkilerin, evliliğin, aldatmanın, sadakatin, güvensizliğin, tutkuların, sevgisizliğin, dürüstlüğün, doyumsuzluğun, kaçamakların, cinsel tercihlerin, çocuk eğitiminin, ebeveyn olmanın masaya yatırıldığı, seslerin yükseldiği, büyük hayal kırıklıklarının yaşandığı bir sorgulama ve hesaplaşma gecesine dönüşür. Aslında ne gerçek dost vardır bu masada ne de gerçek sevgili… Onlar, muhteşem yabancılardır…
Teatral Dokunuşlar
Kerem Pilavcı, ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’ oyununu yazarken, filmin orijinal metnine sadık kalmış. Birbiri ardına gelen, çok zekice yazılmış ve kurgulanmış diyalog ve espriler havada uçuşuyor. Yönetmen Ahmet Sami Özbudak, yazar olmasının hem de iyi bir yazar (‘İz’ oyununu nasıl unutabilirim) olmasının verdiği birikim ve donanımla, oyuncularla karakterlerin geçmişleri, nasıl tanıştıkları konusunda ön çalışmalar yapmış. Zaten yakaladığım her bakışta yaşanan o anın gerisinde ve ötesinde çok şeyler vardı. Orijinal metnin dışındaki monologlar ve teatral dokunuşlarla oyun daha da zenginleştirilmiş. Çok dinamik, enerjik, tüm kadronun uyum içinde olduğu bir reji izliyoruz. Bütün oyuncuların anda kalmasını, birbirleriyle olan iletişimlerinin sahiciliğini sağlayan yönetmene özel bir alkış. Evin salonunda geçen oyunda, mutfak olarak, arkada bulunan küçük barı kullanmaları da hoş olmuş. Sanat yönetmeni Hande Göksan, mekânın bir parçası olmanızı sağlarken, yemek stilisti İnci Bak’ın özenli çalışmasını ve ışık tasarımında Cem Yılmazer’i de unutmayalım. Hiç merak etmeyin, canınız çektiyse, önünüzde duran o kocaman peynir ve şarküteri tabağından oyun bittiğinde tadabiliyorsunuz!
Sıkı bir kadro buluşmuş. Benim önceden izlediklerim, alkışladıklarım hatta ödül verdiklerimiz çoğunlukta. Ev sahiplerinden başlayacak olursak; Faruk Barman (Rocco), yeni kuşak oyunculardan sevdiğim bir isim. ‘Yalnız Batı’, ‘Kurabiye Ev’ ve ‘Medet’ oyunlarındaki güçlü oyunculuğu tarafımdan unutulmamıştır! Gökçe Eyüboğlu (Eva) benim için sürpriz oldu. Oyun başladı, siyah mini elbiseli, bakımlı, saçları at kuyruklu bu genç güzel kadın bana hiç yabancı gelmedi ama çıkartamıyorum bir türlü. Oysa ben seyrettiğimi kolay unutmam. Ve şimşek çaktı! Oyuncuları ve konusuyla bu sezon öne çıkan, arada izleyebildiğim ‘Kadın’ dizisinin, dağınık uzun saçlı, ağzı bozuk, çikletli, taytlı, pelüşlü, pavyon şarkıcısı Ceyda bu kadın. Nerden nereye? Tiyatro için bir kazanç olduğunu düşünüyorum. Başak Kıvılcım Ertanoğlu (Carlotta) elinden içki kadehi düşmeyen şen şakrak gibi görünse derin bir acının kemirdiği kadında, ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’ deki başarısının ve ödülünün rastlantı olmadığını gösterdi. İkincikat’ta izlediğim ‘Barselo’ ve ‘Fü’ oyunlarından sonra mercek altına aldığım Canan Atalay, eski dostlar arasına kabul görmek için, hep şirin hep yapıcı olmaya çalışan Bianca’da yine fark ediliyor. Gecenin en büyük yüzleşmesini yaşayan Peppe’de, Deniz Karaoğlu, ustalıkla kullandığı vücut diliyle rolünü ne kadar ayrıntılı çalıştığını belli ediyor. Arkadaşlarına ders verir nitelikteki tiradında ‘Bu gece kendini ifşa eden siz oldunuz’ derken de son noktayı koyuyor. İzlerken, onu Craft’ın ‘Kayıp’ında da beğendiğimi hatırlıyorum. İlk kez bu oyunda seyrettiğim, saman altından su yürütmekte pek usta olan Lepe’de Giray Altınok ve maço tavırlarıyla, maceracı ve karizmatik Cosimo’da Fehmi Karaarslan, oyunu özel kılmak için arkadaşlarıyla el ele veriyor ve bunu başarıyorlar.
O küçük salonda, elimi uzatsam dokunacağım kadar yakınımdaki 7 oyuncunun samimiyeti ve sıcaklığı çok değerliydi. ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’ı izleyin. Hem eğlenecek hem şaşıracak, belki kendinizle yüzleşeceksiniz. Lütfen cep telefonunuzu kapatmayı unutmayın! Bütün oyunlarda kapatın. Facebook bekleyebilir, mesajlar kaçmaz… Sahnedeki sanatçıya, yanınızdaki seyirciye saygılı olun. Bir de oyun oynarken cep telefonuyla fotoğraf ve video çekme modası başladı! İkaz etmekten oyun izleyemez oldum. Lütfen tiyatroda unutun cep telefonunuzu, sanal dünyayı. Unutamayacaksanız da gitmeyin oyunlara, cep telefonunuzda oynayın!
İtalyan Kokulu Türk Filmi; Cebimdeki Yabancı
‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’ı seyrettikten kısa süre sonra yine ‘Perfetti Sconosciuti’den uyarlanan ‘Cebimdeki Yabancı’ filmi gösterime girdi. Merak edip gittim, izlenimlerimi de paylaşmak istiyorum. Ferzan Özpetek’in yapımcılığındaki, Serra Yılmaz’ın ilk yönetmenlik denemesindeki ‘Cebimdeki Yabancı’nın jeneriğini bağımsız olarak izleseydim kaliteli bir yemek programı tanıtımı zannederdim. Serra Yılmaz’ın çok güzel yemek yaptığını, bir dönem yemek programı hazırladığını (denk geldiğimde severek izlerdim), Ferzan Özpetek’in geniş sofralı filmlerini ve ‘Cebimdeki Yabancı’nın da yemek masasının çevresinde geçtiğini düşünürsek etkileyici, renkli bir jenerik olmuş. Hele o perde pilavı! İnsanın ağzı sulanıyor! Çıkış noktası aynı olduğundan, filmle oyunda birçok diyalog da nerdeyse birbirinin aynı. Murat Dişli, senaryosunu yazdığı ‘Cebimdeki Yabancı’da, bizim toplumumuza ters gelebilecek bazı yanları törpülemek zorunda kalmış. Genç kızın yaşı birden 18’e yükselmiş, prezervatif konusu tamamen çıkartılmış, Esra’nın iç çamaşırı giyip giymeme konusu da kırmızı külotla çözülmüş! Oysa bunlar tekstin önemli ayrıntıları. Bazı meslekler (nedense) değiştirilmiş. Ve tabii isimler Türkçeleştirilmiş! Ama bana göre, ne yapılırsa yapılsın filme sinen İtalyan kokusu giderilememiş. Deniz Göktürk Kobanbay, stüdyo ortamında muhteşem bir ev tasarlamış. Rüya gibi… Evin salonu öylesine şık, her şey öylesine özenli ve mutfak da her şey o kadar yerli yerinde ki yaşanan bir mekân olduğuna inanmak zor! Gian Filippo Corticelli’nin çok başarılı görüntüleri eşliğinde, oyuncuların kimi zaman kendi aralarında yabancı kalmaları, duygu geçişlerinde beni ikna edememeleri de eklenince reklam filme seyrediyorum duygusuna kapıldığım anlar oldu!
Cebimdeki Yabancı’nın kadrosu, her biri kendi alanında tanınmış olan isimlerden oluşuyor; Belçim Bilgin, Serkan Altunorak, Şükrü Özyıldız, Leyla Lydia Tuğutlu, Şebnem Bozoklu, Buğra Gülsoy ve Çağlar Çorumlu. Hepsi üzerine düşeni yapmış. Ama ben bir takım oyunculuğu göremedim. Şükrü Özyıldız, çocukluk arkadaşı olduklarını düşünürsek diğer erkeklere göre genç kalmış. Leyla Lydia Tuğutlu, çok hoş bir kadın ve her an bunun farkında gibi. Şebnem Bozoklu, sonuna doğru kendini daha çok gösterdi. Serkan Altunorak, Buğra Gülsoy ve Belçim Bilgin rollerine içtenlikle asılanlardan. Çağlar Çorumlu, arkadaşlarıyla yüzleştiği son sahnede (ki bence senaryoda altı çok daha fazla çizilmeliydi) sadece komedi oyuncusu olmadığını ele güne gösterdi. Filmin finalini zayıf buldum. Keşke, o ikinci cep telefonu numarası hiç yapılmasıydı, içlerinden biri daha masum olsaydı da bir umudunuz kaysaydı!
Filmin, oyuna göre gözle görünür avantajları var: telefonlara gelen mesajları görebildik, çiftlerin-kısa da olsa- davet öncesi, kendi evlerindeki hallerine ve tüm olaylar yaşandıktan sonraki sahte hallerine tanıklık ettik. Yakın plan çekimler izledik. Muhteşem yemeklerin hazırlandığı mutfağa girdik. Estetik cerrahın aşçılıktaki hünerlerini görünce onu daha çok sevdik! Anneye düşman, babacı genç kızı tanıdık. Oyun, tabii ki tüm bu görsel zenginlikten yoksun. Çok daha kısıtlı bir bütçeyle tek mekânda kotarılmış. Üstelik Sezen Aksu’nun da desteği olmadan! (film için ‘İhtimal ki’ parçasını bestelemiş). ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’da olup da ‘Cebimdeki Yabancı’da olmayan ise, çok değerli bir iletişim gücü; oyuncunun nefesini hissederek oyunun bir parçası olabilme ayrıcalığı. Finali de filme göre çok daha çarpıcı ve düşündürücü. Kısacası ‘Cebimdeki Yabancı’ bana biraz zorlama gelirken, oyun doğal olarak akıp gitti… Her ikisine de emek verenleri kutluyorum ama oyunu çok daha fazla sevdim…
1 Bu yazı, www.dirensanat.com’da yayınlanmıştır.