OYUN YAZARI, DRAMATURG BAHAR AKPINAR İLE SÖYLEŞİ

OYUN YAZARI, DRAMATURG BAHAR AKPINAR İLE SÖYLEŞİ

OYUN YAZARI, DRAMATURG BAHAR AKPINAR İLE SÖYLEŞİ1

Şubat 2017

Haluk Kalafat’ın, Bahar Akpınar ile tiyatro, oyun yazarlığı ve Amerika’da yayınlanan oyunları üzerine söyleşisi:

Haluk Kalafat: Merhaba Bahar. Öncelikle oyunlarının Amerika’da yayınlanmış olmasından dolayı seni tebrik ederim. Peki, nasıl başladı bu serüven?

Bahar Akpınar: Teşekkür ederim Haluk. Benim için oyun yazarlığı, yazı ile aramda varoluşsal olduğunu hissettiğim ilişkiyi otuzlu yaşların sonunda akademik olarak yapmak istemekle başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için ikinci bir kariyer tasarladım ve yetenek sınavı ile öğrenci alan Dokuz Eylül Üniversite Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi bölümüne kabul edildim. Tiyatro oyunu yazmaya buraya başladım. Oyun yazarlığı, keza senaryo yazımı da, eğitimi alınarak öğrenilebilen tek yazarlık türü.

HK: Peki, oyun yazarlığı nasıl bir eğitim? Alaylı olmak gibi bir durum hala var mı?

BA: Oyun yazarlığı benim için hikâye anlatıcılığının matematiksel yolu. Belli bir matematiği var. Dramatik olanın ne olduğunu öğrenmekle işe başlıyoruz. Dramatikten kastım toplumumuzda yaygın olarak yanlış olarak kullanılan ‘acılı, üzüntü veren’ bir olay değil elbette. TDK Sözlük’te de açıklandığı gibi ‘sahne oyunlarına özgü olanın’ ne olduğunun öğrenilmesidir. Yeri gelmişken belirteyim, bu yanlış kullanım biz tiyatrocular için çok can sıkıcı. Eğitime geri dönecek olursak, öncelikle diyalektik bir anlayışla ele alınıp geliştirilen bir çatışma ilişkisi, bir karşıtlık olması gerekiyor. Bu ilişkiyi sıkıştırılmış bir durum içine oturtuyoruz.  Burada gözetilmesi gereken bir takım dengeler var: İlginçlik-inandırıcılık, karaktere uygun tavır ve söylem geliştirme, aksiyon yönelişini seyirciyi bunaltıp oyundan kopartmayacak bir ritimde tutmak gibi dengeler bunlar. Bu bahsettiğim kaçana klasik dramatik tekniğin kuralları. Bu kuralları öğrendikten sonra onları kırıp bükerek kendi yazarlık tarzınızı geliştirmeniz söz konusu. Şimdi bunları sana söylerken bir yandan da son yazdığım oyunları düşünüyorum ve yapıyı bir hayli kırmış olduğumu görüyorum. Diğer taraftan, tiyatronun her alanında olduğu gibi yazarlık alanında alaylı olmak gibi bir durum var ve olacak. Oyun yazarlığı çok az sayıda insanın alabildiği neredeyse butik bir eğitim. Oysa bu tutkuyu, okula girme şansı bulamayan, böyle bir imkânı olmayan ama yazıyla derinden bir ilişkisi olan pek çok insan olduğuna eminim. Bunların bazılarının bugün bu eğitimi alma şansına sahip olanlardan çok daha yetenekli olma ihtimali var ve hayli yüksek. İşte o insanların, belki sadece o bir kişinin oyun yazabildiği zemini sağlayabilmek lazım. Alaylı olmanın önemi tam da burada öne çıkıyor.

HK: Türkiye’de oyun yazarları için ne gibi zorluklar var? Mesela Devlet ya da Şehir tiyatrolarında bir oyunun sahnelenmesi zor mudur? Nasıl bir prosedür var?

BA: Türkiye’de bir oyun yazarının sesini duyurması çok zor. Bir sahne metni okuyucudan çok seyirciye muhtaçtır. Bu nedenle yazarlar ve tiyatrolar arasındaki ilişki yaşamsal nitelikte. Burada küçük topluluklar halinde büyük bir özveri ile çalışan tiyatroları saymazsak, temel olarak özel tiyatrolar ve Şehir, Devlet Tiyatroları gibi kurum niteliğinde farklı yapılar devreye giriyor. Bunların öncelikleri ile oyun yazarının dünya görüşünün, eserlerinin birebir örtüşme şansı çok zayıf. Özel tiyatrolar çok haklı olarak varlıklarını devam ettirebilmek için çarpıcı, iyi gişe yapan oyunlar sahneleme ve masrafları kısma derdinde. Bu dert, oyun yazarının kalemini daha en baştan oyun türü, oyun kişisi, dekor anlamında bağlıyor. Diğer taraftan bu masraflar Şehir ve Devlet Tiyatroları için öncelikli problem değil. Ne var ki, orada da yazdığınız metnin zararsız olması bekleniyor. Devlet Tiyatroları’na oyun gönderdiğinizde repertuara alınmak için edebi kuruldan geçmesi gerekiyor. Burası sanatla bürokrasinin tokalaşması gereken bir nokta. Bu tokalaşma sisteme eklenmeyi göze alıp devlete bağımlı maddi bir ilişkinin kabulü anlamına geliyor ve bu noktadan sonra kuralları patron koyuyor. Bu da herkesçe bilinen ama üzeri örtük bir ön kabulün oluşmasını sağlıyor. Diğer taraftan repertuara alınan oyun, binlerce başka oyunla birlikte yazarı ölene kadar sahnelenmeden bekleyebilir. Yani sahnelenmesi garanti değil. Burada bazen bazı yönetmenler ve bazı oyun yazarları arasında kolektif çalışmalar görmek mümkün. Eğer böyle bir şansı tercih ediyorsanız, kişisel çevreniz ve bu çevrenin yönetimdeki etkisi isminizi bir anda parlatabilir.

HK: Sen eğitiminin bir kısmını yurtdışında aldın. Orada bu işler nasıl oluyor?

BA: İngiltere ve İskoçya özelinde konuşabilirim. Bizde oyuncu ve genellikle oyunculuktan yönetmenliğe geçiş yapan kişilerin odakta olduğu bir tiyatro anlayışı var. Orada ise yazar odaklı tiyatronun hala ağırlığını koruduğunu görüyoruz. Tiyatrolar yazarlar ile oyun bazında anlaşıyorlar. Çoğu zaman oyunun yazım süresinde de yazara aylık ödeme yapılarak o oyunu yazabileceği maddi imkân sağlanıyor. Bazı tiyatrolar sadece genç yazarların oyunlarını sahneliyor. Edinburgh’daki Travers bunlardan biri. Genç yazarlarla çalışmak farklı bir deneyim ve anlayış gerektiriyor. Bununla birlikte oyun yazarlarına deneyim ve olanak kazandırmak için birçok sanat fonu var. Creative Scotland, Art Council tarafından verilen burslar var. Bir diğer canlılık alanı olarak festivaller öne çıkıyor. Türkiye’de bir oyun yazarı yazma sürecinden itibaren yalnızdır. Orada ise sarıp sarmalayan bir destek söz konusu.

HK: Senin oyunların nerelerde sahnelendi?

BA: Oyunlarımın sahnelenmesi konusunda pek bir girişimim olmadı. Bunun benim için doğru bir zamanı olduğunu biliyorum ve o zamana kadar sadece yazmaya devam edeceğim. Ödül alan iki oyunumdan biri olan Başka Topraklar Üzerinde adlı oyunum öğrenciliğim sırasında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Deneme Topluluğu tarafından sahnelendi. Onega’nın Kilitleri adlı oyunum, İzmir’de Tiyatro Oyun Kutusu tarafından yenilikçi bulunup ödüllendirilen bir proje kapsamında sahnelendi. İstanbul adlı oyunum ise Glasgow’da Tron tiyatrosunda okuma tiyatrosu olarak sahnelendi.

HK: Oyunlarının yurtdışında basılması macerası nasıl gelişti?

Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen üzerine yazdığım bir inceleme kitabı var. April Yayıncılık’taki editörüm Nazlı Berivan Ak, bu kitabı Uluslararası bir kitap fuarına götürüyor ve New York’tan bir yayıncı kitabımla ilgileniyor. Her şey böyle başladı. Ibsen kitabı için anlaşma yaptıktan sonra kendilerine İngilizce olarak yazdığım oyunlardan bahsettim. Onlarla da ilgilendiler. Bunun sonucunda Kıbrıs ve İstanbul adlı oyunlarım bir yıllık bir çalışma sonrasında Amerika’da basılarak satışa sunuldu.

HK: Peki ne anlatıyor bu oyunlar? Kısaca bahseder misin?

BA: Kıbrıs, Kıbrıslı Türk ve Rumların evlerini terk etmeye zorlandıkları bir geceyi konu alıyor. Bu olay üzerinden mülteciliğin devletler tarafından yazılan bir kader olduğu ve din, dil, ırk ayırt etmeksizin ortak kültürü paylaşan insanları, ortak bir acıya sürüklediğini anlatmaya çalıştım. Oyunun dil tasarımını matematikteki sinüs x fonksiyonu grafiği üzerine kurdum ve sahneyi tasarlarken koordinat eksenini kullandım.

İstanbul ise hepimizin kolaylıkla haber bültenlerinde bir kurban olarak yer alma potansiyeli üzerine kurulu bir oyun. Bu durumu faşizme maruz kalma oranının artan olasılığı üzerinden okuyorum. Birbiri üzerine binen ve biri diğerinin sonu olan ve her ikisi de aynı anda başlayan iki oyunu döngüsel zaman kullanarak anlatmayı denedim. Düşüncemin temelini Ingeborg Bachmann’ın ‘Faşizm iki insan arasında kurulan ilişkide başlar’ sözüne dayandırdım. Bu iki kişiyi kadın-erkek olarak seçtim ve İstanbul’u bir tanık olarak kullanmaya çalıştım.

HK: Son soru olarak bu hafta yaşadığımız olaylar konusundaki düşüncelerini öğrenmek istiyorum. KHK ile görevlerinden alınan akademisyenler arasında Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümünden çok sayıda akademisyen var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?

BA: Akılla kavranamayan her olay gibi bunu da endişe verici buluyorum. DTCF Tiyatro Bölümü Türkiye’de akademik anlamda tiyatro eğitimi veren ilk kurum. Böyle bir eğitimin gerekli olduğunun zeminini hazırlayan kişi ise önemi tiyatro insanımız Muhsin Ertuğrul.. Bu bölüm 1958’den beri tiyatro insanları, sanatçı ve akademisyenleri yetiştiriyor. Bugün Türkiye’de tiyatro alanında aklınıza kim gelirse gelsin, kapısından girmemiş bile olsa bu bölümle bir bağı vardır. Bu bağ hiçbir şekilde kopmaz, yok olmaz ve yok edilemez. Diğer taraftan üniversiteler önümüzdeki 20-30 yılın sanat, bilim, eğitim, siyaset gibi alanlarının şekillendirecek insanların yetiştirildiği yerler. Bu çağda böylesine bir erozyonu hiçbir toplum kaldırmaz. Yaratılan mağduriyeti biraz da böyle tanımlamak, buradan okumak gerek. Yoksa OHAL nedeniyle bu dönem ders veremeyecek bir insan olarak kişisel mağduriyetim öğrencilerle yaptığım yolculuktan alıkonulmanın ötesine geçmez. Üniversiteler yüzünü evrensel olana dönen yerlerdir. Evrensel çok seslilik buralarda hayat bulur. Tek bir sesin bastırdığı bir sessizlikte KHK ile görevinden alınsın alınmasın, hepimiz ama hepimiz kayboluruz.

HK: Teşekkürler Bahar.

BA: Ben teşekkür ederim Haluk.

1 Bu söyleşi, Şubat 2017'de bianet'te yayınlanmıştır.