ROBERT WILSON’IN FAUST’U: “ŞEYTAN’IN MÜZİĞİ”

ROBERT WILSON’IN FAUST’U: “ŞEYTAN’IN MÜZİĞİ”

ROBERT WILSON’IN FAUST’U: “ŞEYTAN’IN MÜZİĞİ”1

Ozan Ömer Akgül

Şubat 2018

Goethe’nin 1787’de ilk ve 1827’de ikinci bölümünü yayınladığı Faust, bugüne kadar birçok tiyatro insanı tarafından yorumlandı ve yeniden yazıldı. Faust metnindeki tartışma halen günümüz insanının (bireyinin) sahip olmak istediği her şeyi bilme ve yönetme arzusunu ortaya koyan bir metin. Oyunun başkahramanı Faust, yaşadığı dünyayı ve kâinatı anlamak için bilginin peşinden koşar, mevcut bütün bilgileri elde etmenin yollarını arar. Bu yüzden; felsefeye, doğa bilimlerine, tıbba ilgi duyar. Faust, bilginin “sonsuz” uçurumunda kaybolmak yerine her şeyin bilgisine sahip olmak ve bilgiyle hükmetmek ister. Fakat bu kadar isteğe rağmen Faust, bir bilim insanı olarak hayatının gayelerine ulaşamadığını ve hayatını dolu bir şekilde yaşayamadığını anlar. Bu memnuniyetsizlik ve huzursuzluktan kendini kurtarmayı başarırsa, ruhunu şeytana satacağına dair ona söz verir. Bunun üzerine şeytan Mefisto hemen ona görünür ve bir pazarlık yaparlar. Nihayetinde şeytan onu yeniden yaşama tutundurursa, ruhunu ona satmaya hazır olacağını söyler.

Faust hâlâ çağdaşlığını koruyan bir metindir. İtalyan felsefeci Agamben’in çağdaşlık üzerine yaptığı tespiti hatırlayarak söylersek; bu metin, kendi döneminin düşüncesiyle uzlaşmamış, içinde bulunduğu “karanlığı” ve açmazları dile getirmiştir. Bu yüzden birçok klasik metin gibi Faust da güncelliğini korumaya devam etmektedir.

25 Nisan 2015 yılında Berliner Ensemble’da Robert Wilson’ın yönettiği, Grönmeyer’in müziklerini bestelediği Faust I ve II (Faust I und II) prömiyerini yaptı. Wilson birlikte çalıştığı Almanyalı rock yıldızı sanatçı Grönmeyer ile 2003 yılında Leonce ve Lena adlı oyunda daha önce de bir araya gelmişti.

Yaklaşık dört saat süren oyunun ilk bölümünü Faust metninin birinci kısmı oluşturuyor. Wilson’ın sahne düşüncesi ve konsepti Grönmeyer’in besteleri üzerinden şekilleniyor. Robert Wilson’ın tiyatro düşüncesinde Faust; opera, müzikal, vodvil ve revü gibi sahne sanatlarının birçok alanını yan yana getiriyor.

Wilson’ın tiyatro ve sahne düşüncesi klasik manadaki hikâyenin ilerleyişinden yoksundur. Müzik, dans ve sesler, oyuncuların durağan halleri gibi unsurlar sahnedeki metnin, oluşturulan konseptin yorumunu güçlendirmek veya bir anlam inşa etmek için düzenlenmez. Bunlar yalnızca bakışa sunulan imgelerdir. Bu imgeler (imajlar, fotoğraflar ve peyzaj, müzik ve diğer unsurlar da dâhil olmak üzere) yalnızca yorumlanmak için değildirler. Bu imgelerin mevcudiyetleri seyircinin “hikâyesinin” ve düşüncesinin katılımıyla gerçekleşir. Bu söylenenlere Wilson’ın sözlerini de ilave edersek daha açıklayıcı olacaktır: “Sahnede görülenin müziğin resmedilişi olması gerekmediğine inanıyorum –metnin resmedilişi de olmak zorunda değil. Kendi başına ayakta durabilen bir şey olabilir. Tiyatroda, özellikle operada, gördüğümüz duyduklarımıza eşlik eden bir dekorasyon gibi.” Böylelikle kendi başına duran şey, aynı zamanda kendi hikâyesini de anlatmaya başlayacaktır.

Oyun boyunca (dört saatlik süre zarfında) çeşitli imgeler Faust metninin sahnede mevcuda gelmesine olanak sağlamıştır. Sahnelemede her ne kadar metinden diyaloglar kullanılmış olsa da niyet metni açık etmek değildir; yalnızca sahnede kurulan imgeler aracılığıyla Faust’un “görünüşe” çıkarılmasıdır. Sözler yerini imgelere bırakır. Seyirciden metnin “düşünsel” alımlanmasından ziyade sahnede [imgelerle] inşa edilen “uzama” eklenmesi ve bu uzamın “atmosferini” keşfetmesi beklenir.

Wilson’ın sahnesinde her sahne veya her an bir imge kurularak ifade edilir. Örneğin oyunun ilk bölümünde bir canlı tablo inşa edilir (tableau vivant). Bu imge sahne estetiği açısından önemli bir yer teşkil eder, çünkü Rönesans resminden fırlamış bir figür vardır seyircinin karşısında. Tablonun merkezine bir kadın ve onu çevreleyen melekler… Bu imge Rönesans resmine ait olanı hatırlatma niyetindedir. Çünkü sahnede böyle bir resimle karşılaşmak, İtalyan ressam Sandro Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu’nu ya da birçok Rönesans resimlerinde kullanılan imgeleri akla getirir. Aslında birçok Rönesans ressamını ve resmini hatırlatır. Fakat bu sahnede “resimsel durağanlık”, müziğin atonalliğiyle bozulur. Resmin tam ortasında Mefistotales beliriyor ve melek figürlerini “kutsal”lıktan çıkarıp onları güldürür. Resmin bir nevi kompozisyonunu bozar. Böylece hatırlama yoluyla ilişki kurduğumuz imge yıkıma uğramış olur; hem kutsal olanın hem de sanat tarihinin önemli bir figürünü karikatürleştirip, düşünülen algının dışına atar.

Rönesans resminin merkezi perspektifini kullanması resme bakan bağlamında düşünüldüğünde bakışın “ehlileştirilmesi” olarak yorumlanmaktadır. Bir resme belirli bir mesafeden bakılması ve bakanın resimde kurulan kaçış noktasını referans alarak resme hâkim olması, bir nevi doğayı kontrol altına alması olarak okunmaktadır. Bu kısa değerlendirme Wilson’ın Faust sahnelemesi için yapılabilir. Wilson sahne üzerinde bir resim inşa edip bu resmi yıkıma uğratır ve hatta onunla dalga geçer. Bunu yaparken, müzik, dans ve oyuncuyu kullanır. Bu unsurlar seyircinin imgeye hâkim olma hissini de elinden alır.

Oyunda/gösteride kimi zaman Faust’un karakterleri solo performansa çıkar (Mefistotales, Faust). Bu anlarda oyunun atmosferinden çıkılır ve seyirci klasik bir operayı veya bir konserini izler. Fakat bu durum uzun sürmeden müziğin uyumlu halini bozacak kulak tırmalayıcı bir keman sesi duyulur. Seyirci müzikle girdiği düş dünyasından bir an (aniden) çıkıp sahnedeki başka bir harekete veya mizansene yönelip algısını değiştirmek zorunda kalır.

Oyun kişilerinin hepsinin yüzlerinin beyaza boyanmış olması, yani bir nevi benzer bir maskeyi takmaları, yüzlerini “bir örnek” yaparak ve oyun kişilerinin hepsini “insan” algısının dışına çıkararak birer figüre çevrilir. Figürler, Wilson’ın sahne peyzajında birer “unsur” olarak yer alır.

Son kertede Wilson ve Grömeyer’in iş birliğiyle üretilen Faust’u 21. yüzyıl seyircisine Richard Wagner’in bütünsel eser fikrinden (Gesamtkunstwerk, yani ‘bütünsel eser düşüncesi’, operayı bütün sanat dallarının birleşimi olarak görür: Tiyatro, şiir, mimari, müzik ve plastik sanatlar operanın bir parçası olarak tasarlanır) postdramatik tiyatronun sahne unsurlarına (lineer bir akışta olmayan, sahnedeki unsurların –dekor, ışık, müzik gibi- hiyerarşik bir düzen oluşturmadığı) kadar “teatral” bir dünyaya davet edip, Batı’nın bütün sanat dallarından bir kolaj sunar. Dört saatlik bir sahne icrasından sonra Batı dramının en güçlü eserlerinden biri olan Faust’un vasıtasıyla sanatın tüm alanlarını teneffüs etmenizi sağlar; ama oyunda sunulan tüm sanat alanlarının “tamamlanmamışlığının” verdiği hissiyat, düşsel ve düşünsel imgeler oyun sonucunda seyircinin zihninde oluşmasına imkân tanır.

1 Bu yazı, TEB OYUN SAYI 36 / KIŞ 2018'de yayımlanmıştır.