ŞİDDETLE ÖRÜLÜ BİR YOLCULUK

ŞİDDETLE ÖRÜLÜ BİR YOLCULUK

ŞİDDETLE ÖRÜLÜ BİR YOLCULUK1

Ragıp Ertuğrul

Mart 2011

İrlandalı oyun yazarı Martin McDonagh’ın “Yastık Adam” oyunu Yusuf Eradam’ın çevirisi ve İlham Yazar’ın rejisiyle Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmeye başladı. Uzun zamandır adını duyduğum ve merakla beklediğim bir oyundu. Beklentimin haklı olduğunu anlayabilmek uğruna Ankara’ya bir tren seyahati yapmaya değdi doğrusu.

Daha önce McDonagh’ın Leenane'in Güzellik Kraliçesi (İstanbul Devlet Tiyatrosu), Inishmaan'ın Sakatı (İstanbul Devlet Tiyatrosu) ve Inishmore'lu Yüzbaşı (Kent Oyuncuları) oyunlarını izleyen biri olarak yeni bir oyununun sahnelenmesi içi beklememek garip olurdu doğrusu. Özellikle “Leenane’in Güzellik Kraliçesi”, Sumru Yavrucuk ve Rüçhan Çalışkur’un yorumladığı birbirlerine yaslanmış, yaşamlarına müdahaleyi bir hak olarak gören anne-kız rolleriyle hafızamızda yer etti ve McDonagh’ı Türk seyircisiyle tanıştıran bir oyun oldu.

McDonagh’ın oyunlarının odak noktasında; yakın çevrenin birey üzerindeki baskıcı, eleştiren, ezen, yıpratan etkisi yatar. Bireyin yaşamını değiştiren, dengesizleştiren bu etkinin sözde sevgiye ve güvene yaslanması ve bunu hastalık noktasına vardıran bir duygusal bağa dayanmasıdır seyircinin asıl yüreğini buran. İrlanda gibi geçmişiyle hesaplaşmayı halen sürdüren, yaşam koşullarının insanı kültürüyle-alışkanlıkları arasına sıkıştırıp bıraktığı bir ülkenin yazarı olarak McDonagh, insanını benzer yaşamların insanlarıyla özdeş kılan oyunlar yazarak evrensel düzeyde başarıya ulaşmış durumda.

“Yastık Adam”ın tanıtım broşüründe çevirmen Eradam’ın belirttiğinin aksine bana bir kara komedi olarak yansımadı. Ne diyaloglarda ne de kurgusunda komediye öykündürecek bir detay göremedim. Yansıyan daha doğrusu seyircisine bulaşan sadece ‘kara’sıydı. İroniyi oluşturan da çoğu kara komedide rastladığımız gibi komik gerçeklerin altında yatan kara gerçekler değil, aslında kara gerçeklerin ardındaki kara geçmiş, kara oyunlar, karartılmış masallar. Yönetmen İlham Yazar, yazarın çizdiği tabloyu tam anlamıyla ifadelendiren bir kurgu yaratmış. Yönetmen rejisinde metinden adeta fışkıran şiddeti, ajitasyona vardırmayarak, bunaltmayan buna rağmen akıcı ve zaman zaman sübap noktaları oluşturan hikâyeler ve anılara doğal geçişlerle bir deyişle damardan vermesiyle seyirciyi anlatımların içine kolaylıkla çekiyor.

Katurian adlı yazar, yazdığı öykülerdeki ne benzer çocuk ölümlerinden sorumlu tutularak gözaltına alındığında, bir dedektif ve işkenceci bir polis tarafından sorgulanmaya başlar. Oyunun ekseni işte bu sorgular üzerine kuruludur. Sanatçının eserleri, eserlerini yazmasına neden olan bilinci, bilinçaltındaki takıntıları, yargıları, çıkarsamaları, bilinçaltındakilere baz teşkil eden geçmişi, anıları, unutmak istediği kabuslar... Sanık sandalyesinde sadece Katurian yoktur, sorgulanan da sadece cinayetler değildir.

Çocuk masalları ve öyküleri gibi dünyanın en masum metinlerini eğip bükerek şiddet içeren suç unsurlarına çeviren, zedelenmiş beyninde suç unsurları haline gelen masalları cinayetlerine temel teşkil eden Michal’ı nereden tanıyoruz? Özellikle Anadolu’da nice sevda masalını kana bulayan, dünyanın en vahşi cinayetlerinden sayılabilecek eylemleri törelere bağlayan cehalet esiri insancıklardan farkı olabilir mi?

Yakın tarihimizde ve günümüzde şiddetin her boyutuyla haşır neşir olmuş ve olmaya devam eden bir toplumuz. Suç unsuru olarak görülüp düşünceleriyle ve eserleriyle yargılananlarla, taciz, tecavüz, gasp, cinayet ve katliamlar yapanlar bir kefeye konup, kafalar karıştırılıyor. Suçu ispat değil masumiyeti ispat gibi bir ters mantıkla adalet bulunmaya çalışılıyor.

Oyunda ‘çocuk’la simgelenen masumiyet nasıl bir şiddet makinesine dönüşüyorsa toplumdaki vatandaşlar da iktidarın baskısı, güç odaklarının tehditleriyle benliklerinden sıyrılıp sevgisiz, güvensiz, içe dönük, korkuya kapılmış, beklentileri kalmamış, umutlarını yitirmiş, okumaktan-yazmaktan-yazmaktan kendini soyutlamak zorunda kalmış bireyler haline gelmiş durumda. Sanatçıların özgür sanat yapma mekânları ve imkânları nasıl kısıtlanıyorsa, basının da özgür haber üretme ve yayma mekanizmaları kırılarak, güç odaklarının hâkimiyetlerini sürdürmesi garanti altına alınmış oluyor. McDonagh’ın ‘Yastık Adam’ını bu durumları gözardı etmeden izlemek oyunun derin bakış açısını yakalamayı sağlayacaktır.

Katurian rolünde Murat Çıdamlı, sanatçının muhalif duruşunu en çaresiz anında bile korumasını, kardeşiyle olan acımadan, adeta bir mesih gibi kurtarmasına varan ilişkisini sergilerken tüm oyunculuk donanımını kullanıyor. Michal rolündeki Emre Erçil de zedelenmiş beyninin ürettiği hikâyeleri dillendirirken ve adeta bedeniyle o hikâyenin içindeki kahramanı yaşarken etkileyici bir performans gösteriyor. Ariel’de Tolga Tekin ve Tupolski’de Mesut Turan iktidarı ve otoriteyi temsil eden dedektif ve polis rollerinde gerçekçiliği elden bırakmayarak, güçlerine rağmen insani zayıflıklarını ortaya koyabilen gidiş gelişleri tutarlılık ölçüsünde seyirciye yansıtıyorlar.

Zeki Sarayoğlu’nun sahne tasarımı, yerinde olarak işlevselliğe dayalı kurulmuş; minimalistliğiyle seyircinin oyun kişilerine, ilişkilere odaklanmasını sağlıyor. Zeynel Işık’ın, ışık tasarımı ise Sarayoğlu’nun yalın dekorunu adeta canlı bir oyun kişisi haline getiriyor. Dekoru dillendiriyor, oyun kişilerini ve mizansenleri dramatize edip, gerçekçiliği destekliyor.

“Yastık Adam”ın sahnelendiği Ankara Devlet Tiyatrosu’nun İrfan Şahinbaş Sahnesi; fuayesi, salon ve sahne düzeniyle bizim yoğun bakımda bulunan Atatürk Kültür Merkezi’nin Aziz Nesin Sahnesi’ni anımsatıyor ve bu haliyle anıları canlandırıyor. Öte yandan bu sahne McDonagh’ın oyunu için de biçilmiş kaftan olarak görülebilir.

“Yastık Adam”ı kişisel hırsların tatmini, otoritenin devamı için masumiyeti zorla kaybettirilenleri hatırlayarak izleyelim.

1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayınlanmıştır.