HAYAT NE İŞE YARAR?

Her insana dokunan meselesiyle "Evlat", yaşamayı becerme, her şeye rağmen devam etme, anne - baba - çocuk olma üzerine düşündüren, etkileyici bir oyun.

HAYAT NE İŞE YARAR?

HAYAT NE İŞE YARAR?1

Asu Maro

Her insana dokunan meselesiyle "Evlat", yaşamayı becerme, her şeye rağmen devam etme, anne - baba - çocuk olma üzerine düşündüren, etkileyici bir oyun.

Oyundan çıktım, sorudan çıkamadım, uzun süre düşündürmeye devam etti beni. Anne baba olmak nasıl bir senete imza atmak demektir? "Şu andan itibaren hayatımdaki her şeyden, kendimden de önce sen geliyorsun, senin mutluluğun benim mutluluğumdur" demek midir? Bu uğurda kendin mutsuz olmayı da, mesela artık istemediğin bir evliliği sürdürmeye de varsın demek midir? Doğmayı talep etmemiş bir canlıyı dünyaya getiriyorsan bunun bedeli bu mudur? "Benim de bir hayatım olamaz mı? Başka birine âşık olamaz mıyım?" diye sorma hakkını askıya bırakarak mı girilir ebeveynlik müessesesine?

Bir cevap bulabilmiş değilim. Bir diyorum; on beş yaşında bir çocuğu gözyaşları içinde bırakarak, onun deyişiyle 'ortadan ikiye ayırarak' gidip yeni bir mutlu yuva kuramazsın. Bir diyorum anne baba da insan; onun da tek bir hayatı var, istediği kişiyle geçirme hakkı yok mu?

Fransız yazar Florian Zeller bu aslında hiç de orijinal olmayan, belki bin defa yazılmış, çekilmiş, oynanmış meseleyi almış, çok net bir şekilde, lafı döndürüp dolaştırmadan, olanca yakıcılığıyla getirip bir aile üçlemesinin son halkası olan "Evlat / Le Fils" oyununun orta yerine koymuş. Pierre, hırslı, başarılı bir avukat. İki sene önce karısı Anne'dan ayrılarak daha genç bir kadınla evlenmiş, bir de yeni oğlu olmuş, adeta geçmiş yaşamını temize çekip baştan başlamış. Geride de bu durumu bir türlü hazmedemeyen öfkeli bir eski eş ve ailesi parçalandığı yetmezmiş gibi ergenlik çağında bir de annesinin acısını yüklenen ve bu yükün altında gitgide ezilen oğul bırakmış; Nicolas.

Çözümsüz Bir Durum

Bizim için hikâye Anne'ın Nicolas'nın üç aydır okula gitmediğini öğrenip soluğu doğruca Pierre'in yeni aşk yuvasında aldığı noktada başlıyor. Çocuğun iyi durumda olmayışını birbirlerini suçlamak için bir vesile olarak kullandıktan sonra, yeni eş Sofia'nın pasif direnişine rağmen Nicolas gelip babasının evinde yaşamaya başlıyor. Yetişkinler dünyası on yedi yaşında bir delikanlının - hele yediği önünde yemediği ardındayken - derslerinden ve ufak tefek gönül işlerinden başka derdi olamayacağı, olsa da bunun adına şımarıklık deneceği üzerinde fikir birliğine varırken, Nicolas gözümüzün önünde acı çekiyor. Kendini ifade etmediği de söylenemez üstelik. Deniyor. "Yoruldum" diyor, "Acı çekmekten yoruldum". "Hayat ne işe yarıyor bilmiyorum", "Bazen düşünüyorum ben galiba yaşamak için gelmedim dünyaya. Yapamıyorum çünkü. Ama yine de her gün deniyorum, bütün gücümle, ama olmuyor. Artık bitsin istiyorum anne."

Florian Zeller'in çok büyük sürprizler içermese de seyirciye alıp sürükleyen, belli bir yerden sonra da gözyaşları ve mendiller eşliğinde izlenen oyunu, bu sezon tiyatromuzun en çok konuşulan yapımlarından biri oldu. Büyük olasılıkla hepimiz hayatımızın bir noktasında kendimizi oradaki karakterlerden birinin ya da birkaçının yerinde bulduğumuz, bir gün Anne'ın, bir gün Sofia'nın duygularını anlayıp bazen babaya bazen oğula hak verdiğimiz için. Çok çözümsüz bir durum sahiden. Ve yazar hiçbir karakterine cephe almamış. Öyle meseleyi kucağımıza bırakıp çekilmiş.

Yapımcılığını Nisan Ceren Göçen'in üstlendiği, Hira Tekindor'un seyirciyi bir an yabancılaştırmayan çevirisiyle oynanan oyunu, bugüne kadar Craft'taki başarılı işlerinden tanıdığımız İbrahim Çiçek sahneye koyuyor. Mendillerden söz ettim ama metnin içinde barındırdığı acıyı özellikle kanırtan, seyircinin duygularını sömüren bir melodram değil, aksine hayli mesafeli bir yerden bakan bir reji var karşımızda. Hatta başta Onur Saylak'ın dans sahnesi olmak üzere gayet komik yerleri de var. Sıla Karakaya'nın dekor tasarımı son derece başarılı, pek az parçanın yeri değişerek, bazen sadece ışıkla sahne değişimi sağlanıyor, bu da oyunun temposunu yükseltiyor.

Parlak Oyuncu Kadrosu

"Evlat", çok konuşulan bir oyun olmasını neredeyse herkesi ilgilendiren meselesi kadar, ünlü isimlerden oluşan kadrosuna da borçlu tabii. Ama aynı zamanda iyi oyuncular oldukları için, beklentiyi boşa çıkarmıyor. Öncelikle genç kuşağın parlamakta olan yıldızlarından Cem Yiğit Üzümoğlu'nun yarattığı Nicolas, 17 yaşındaki bir çocuğun bütün kırılganlığıyla içimize işliyor sahiden. Onun gözünde büyüyen hayatı, "beceremiyorum" derken ne kadar ciddi olduğunu gördüğümüz "yaşama" vazifesini bütün ağırlığıyla hissediyoruz. Onur Saylak ile ikisi müthiş bir baba oğul ikilisi olmuşlar, Saylak'ı gördüğüm en ona yakışan, baştan aşağı giyindiği karakter olabilir Pierre. Öfkesinde, çaresizliğinde, vicdan azabında ve beceremediği babalığında son derece inandırıcı. Sezin Akbaşoğulları, bir zamanlar "küçük güneşim" dediği oğlunun kaybettiği çocuk gülüşünü geri vermeye çalışırken bir yandan farkına varmadan kendi hayal kırıklığının yükünü de onun omuzlarına yıkan annede incelikli bir oyunculuk sergiliyor. Ancak benim için oyunun en büyük sürprizi ilk kez sahneye çıkan Şükran Ovalı oldu. Bir "ikinci kadın", klişelere düşmeden ancak bu kadar hem kızılır hem anlaşılır kılınabilirdi. Ayrıca ne iyi bir komedi oyuncusu olurmuş kendisinden, umarım bu potansiyelini sahnede değerlendirir.

EVLAT

Yazan: Florian Zeller / Yöneten: İbrahim Çiçek / Çeviren: Hira Tekindor / Yapımcı: Nisan Ceren Göçen / Yardımcı yönetmenler: Göksun Büyükkahraman, Güven Murat Akpınar / Dekor tasarımı: Sıla Karakaya / Müzik: Ömer Sarıgedik / Oynayanlar: Onur Saylak, Cem Yiğit Üzümoğlu, Sezin Akbaşoğulları, Şükran Ovalı, Esra Bağışgil, Burak Can Doğan

1 Bu yazı, www.milliyetsanat.com’da yayınlanmıştır.