FEMİNİST BİR BAŞKALDIRI: IO

Bu yıl 30. yılını kutlayan Studio Oyuncuları’nın kurucularından Şahika Tekand ile çiçeği burnunda tragedyası ‘IO’yu konuştuk.

FEMİNİST BİR BAŞKALDIRI: IO

FEMİNİST BİR BAŞKALDIRI: IO

Gülin Dede Tekin

Şubat 2020

Bu yıl 30. yılını kutlayan Studio Oyuncuları’nın kurucularından Şahika Tekand ile çiçeği burnunda tragedyası ‘IO’yu konuştuk.

Türkiye’de çağdaş tiyatronun öncü ve yenilikçi isimlerinden Şahika Tekand ve Studio Oyuncuları ekibi, mitolojinin hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz karakterlerinden ‘Io’yu, günümüzü on ikiden vuran bir metinle sahneye taşıyor. ‘Oidipus Üçlemesi’nde de olduğu gibi yine İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan oyun, Tekand’ın kaleme aldığı, daha önce yalnızca ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’da karşımıza çıkan bir yan karakter olan Io’yu başrole taşıdığı ve günümüze armağan ettiği bir tragedya. Zeus’un baştan çıkardığı, daha sonra da Hera tarafından ineğe dönüştürülerek sürgün edilen nehir perisi, tapınak rahibesi Io’nun uzun süren sürgün yıllarının ardından geri dönerek gerçeği haykırışını izliyoruz. Ataerkinin karşısına dikilmiş feminist bir başkaldırı aslında bu. Düzenin bekçileri Kratos/Bia ve Herme’in Io’yu geri dönmeye ikna çabaları, halkın zikredilen her cümleyle gitgide artan uyanışı, Prometheus’un Zeus’un korktuğu gerçeğini dile getirme cesareti… Tekand’ın modern tragedyası başta kusursuz bir metin olmak üzere, sahneleme, ışık, kostüm ve oyunculuklarla her açıdan oldukça başarılı bir iş. Kratos’ta Deniz Karaoğlu, ardındaki sessiz ama gizli güç Bia’da yalnızca bedeniyle oynayan Gizem Bilgen, Hermes’te Gökhan Küçük ve korodaki tüm oyuncular çok iyiler. Io rolünde Şahika Tekand ve Prometheus rolünde Yiğit Özşener ise çarpıcı performansları ile oyunun dinamosu. Tekand’ın koro için biçtiği, hatayı affetmeyen rejisiyle koronun an be artan, boyun eğmekten uyanışa varan dinamiği, kendilerine tekrar tekrar sordukları sorular; ‘Ya susamazsam bir daha’, ‘Neden korkmuyor? Neden korkmuyor?’ metnin de rejinin de bir diğer başarısı… Başından sonuna ilk defa dinlediğinizde tüylerinizi diken diken eden, tekrar tekrar dinlemek isteyeceğiniz şarkılar gibi ‘IO’. Tekand’ın dediği gibi; Her sesi ve kelimesiyle dilin müziğini ortaya çıkarmış bir beste. Dinleyeni bol, ömrü uzun olsun…

Sıfırdan tragedya yazmış birisi olarak size öncelikle şunu sormak isteriz: Nedir sizin için tragedya? Binlerce yıl öncesine dayanan tragedyalar günümüze dair ne söylüyor?

Bütün edebiyat ve sanat biçimleri için söz konusu olduğu gibi yazım biçimleri de ilkeleri ile ortaya çıktıktan sonra artık bağımsız bir sanatsal biçim olarak yaşar. Tragedya Antik Yunan’da ilkeleri şekillenmiş bir yazım biçimi. Bu biçimlenme o günün koşulları ile oluşmuş ama öyle ilkeler sunmuş ki, tragedyanın bizatihi varlığı dahi yazıldığı ya da sahnelendiği çağ adına bir şey söyler hale gelmiş. Tragedya hakkında konuşmamak, tragedya yazmamak, sahnelememek, okumamak, seyretmemek yaşadığımız son 30-40 yıl için hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü tarihin bu dönemi ilkesizliğin, günahlarla ve hatalarla yüzleşmemenin, hesap vermemenin en büyük başarı; hayata müdahale etme ve değiştirme umudunun ise aptallık haline geldiği karanlık bir dönem olarak yazılacak ileride. ‘Anything goes’ anlayışı tam da bunu başardı. Oysa tragedya yazım formu, hatayı ve bununla yüzleşmeyi, hesap vermeyi, ilkeleri zorunlu kılar. O nedenle bugün, sadece bu özelliği ve varlıklarıyla bile hem Antik Yunan metinleri hem de daha çağdaş metinler kendi çağları için çok şey söyler. Çünkü bütün dünya bugün ‘anything goes’ anlayışının fena halde duvara çarptığı ve sonuçlarının acıyla tecrübe edildiği günlere geldi.

Daha önce yalnızca ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’ta karşımıza çıkan bir yan karakter olan Io’yu günümüzde bir tragedyanın başkahramanı olarak sahnede izlememizi sağlayan neydi?

Io, hem mitolojide hem de sanatta hep sadece kadın cinselliği üzerine tartışmaların ya da tasavvurların konusu olarak karşımıza çıkıyor. Oysa mitolojideki öyküsünden öğrendiğimiz şey, Zeus’la yaşadığı ve gönüllü mü gönülsüz mü olduğunu bilmediğimiz bir ilişkiden sonra topraklarını terk etmek zorunda bırakılmış ve adı sadece bu ilişki ile anılmış mitolojik bir kadın karakter olması. Bildiğimiz ve bize anlatılan mitolojik hikâyelerin de hangi bakış açısı ile şekillendiği başlı başına bir sorun. Ben de neredeyse 2500 yıldır kenarda kıyıda bırakılmış bu mitolojik kadın karaktere acılarıyla, öfkeleriyle, zekâsıyla kendini ifade edebileceği bir ses vermek istedim. Hikâyeyi bir de Io’dan dinleyelim istedim.

Oyunu izleyen herkesin en çok etkilendiği şey metnin başarısı oldu. Ataerkillikle, güçlü olanla mücadeleyi ve halkın uyanışını anlatan, feminist yanı kuvvetli bir metin. Bu metni oluştururken sizin odağınızda ne vardı?

Metin yazarken öyküyü değil onu edebi olarak nasıl anlattığımı merkeze koyarım her zaman. Bu bana dilin müziğinin sahne aksiyonuna tercümesinde büyük imkân sağlar. Bu sefer de neredeyse teker teker her sesi, her kelimeyi dilin müziğini ortaya çıkarabilecek bir beste gibi ele aldım. Bu yoğun mitolojik öyküyü taşıyabilecek bir ses atmosferi ve anlatım oluşturmaya çalıştım. Ancak mitolojik bir öyküyü yeniden anlatan bir oyun olduğu için de bütün mitolojik bilginin doğru olmasını çok önemsedim ve her versiyon üzerinde çok sıkı ders çalıştım.

Daha önce sahneye koyduğunuz ‘Oidipus Üçlemesi’ ile ‘IO’yu yan yana koyduğunuzda nasıl benzerlikler ya da farklar gözünüze çarpıyor?

Çok benzerlik var. Bu benim sahneleme yöntemimden de kaynaklanıyor tabii. Ama bu özellikle sevdiğim bir yol. Kendi oyunlarım arasında hem metinsel anlamda hem de sahne üzerinde birbirine referans vermek bütüncül olarak kendi artistik dünyamın sorumluluğunu almak gibi geliyor bana. Bir de her seferinde sınırladığım malzemeyle kendimi bile isteye zorlamak ve aynı malzemeden her seferinde bambaşka bir anlatım çıkarabilmek çok eğlenceli.

Tanrılarla halkın farklı kotlara yerleştirildiği ve sahnede belli noktalara mıhlandığı bir yerleşim söz konusu. Sürekli hareket halindeki ışık ise yine birçok ögeden rol çalıyor ve başrole yerleşiyor.  Her detay üzerine uzun uzun konuşulabilir tabii ama sizin için ön planda olan neydi ‘IO’nun sahnelemesinde?

Işık benim için oyuncunun sahne üzerindeki varlığını görünür kılan en önemli unsur oldu her zaman. Sadece bu niteliğiyle bile bir sorumluluk alanı yaratan çok belirleyici bir unsur. Bir sahnelemeyi gerçekleştirme sürecinde ‘oyun’ (game) tasarımı için de çok temel bir araç. Bu oyunda yüklendiği bir başka anlam da vardı tabii. Bildiğiniz gibi Zeus aynı zamanda güneştir. O nedenle bu oyunda oyuncuların ışık altındaki varoluş biçimleri, rol kişilerinin Zeus’la olan ilişkilerini, gün ışığı altında nasıl var olduklarını da ifade ediyordu.

Çoğu işiniz gibi hata kabul etmeyen bir rejisi var oyunun. Özellikle koro için. Böyle bir çalışmayı bu denli hatasız tamamlayabilmek için nasıl bir prova süreci geçiriyorsunuz?

Bu oyuncuların tümünün eğitiminin Studio Oyuncuları’ndan geliyor olmasından da kaynaklanıyor. Böylesi bir disipline daha mesleği öğrenirken tanık olmaya başlıyorlar. O nedenle bu disiplini oluşturmak provalara kalmıyor. Ancak provaları hem eğlenerek hem de çok sıkı bir disiplinle sürdüren oyuncularla çalışmak işleri çok yapılabilir kılıyor. Yoksa bir yönetmen için göze alınması çok zor riskler bunlar. Oyunculara böyle güvenemezseniz neredeyse hayal etmek bile mümkün değil böyle bir şeyi.

11 sene sonra sizi yeni bir karakterle sahnede görüyoruz. ‘IO’da sahnede olma isteğinizi tetikleyen neydi? Yeniden sahnede olmak size ne hissettiriyor?

Aslında ‘Karanlık Korkusu’ oyunumuz 10 sezon oynandığı için en son dört yıl öncesine kadar sahnedeydim ama yeni bir rol çıkarmak anlamında haklısınız. Tam 11 sene olmuştu. Artık zamanı gelmişti. Oyunu yazarken önce hiç aklımda oynamak yokken giderek sahne beni çağırdı adeta. Gerçekten çok özlemişim.

‘IO’daki oyunculuklardan bahsetmeden geçmek istemiyorum. Herkes kendi karakterinde çok başarılı. Kadro nasıl bir araya geldi?

Dediğim gibi oyuncular eskisiyle yenisiyle hep Studio Oyuncuları kökenli. Özellikle ana kastları oynayan oyuncular yıllardır birlikte çalıştığım çok güçlü oyuncu arkadaşlarım. Yiğit Özşener, Gökhan Küçük ve Deniz Karaoğlu çok güvenerek ve zevkle çalıştığım çok etkileyici oyuncular. Bazen oyun sırasında bile onların oyunlarına duyduğum hayranlık ve gururdan yüreğim kabarıyor. Koroda ise hem yıllardır oyuncu olarak çalıştığım hem de profesyonel sahnede ilk kez yer alan oyuncu arkadaşlarım yan yana. Eskiler yenileri sahne üzerinde destekliyor ve yetiştiriyor adeta. Harika bir takım oluştu. Onlarla aynı sahnede oynamak çok zevkli ve eğlenceli.