DIONISOS ŞEHRİ

Şarap tanrısı Dionisos on iki Olympos tanrısından birisidir ve de efsaneye göre babası Zeus’un baldırından tekrardan doğmak zorunda kaldığı için ‘iki kere doğan’ adını alır. Tiyatro da Dionisos’a ithafen gerçekleştirilen ve delilikle dini esrikliği, sarhoşlukla eğlenceyi birleştiren Dionisos şenliklerinden doğar. Almanya’da yılın yönetmeni ödülünü alan Christopher Rüping ise Münih Kammerspiele’de sahnelediği Dionisos Şehri adlı on saatlik çağdaş oyununda, seyircileri antik çağın içinden geçirerek günümüze ait bir yolculuğa çıkarıyor.

DIONISOS ŞEHRİ

DIONISOS ŞEHRİ1

Hasibe Kalkan

Şubat 2020

Fotoğraf: Julian Baumann

karart göklerini Zeus,

duman duman bulutlarla;

diken başlarını yolan çocuk gibi de

oyna meşelerin, dağların doruklarıyla.

ama benim dünyama dokunamazsın,

ne senin yapmadığın kulübeme

ne de ateşini kıskandığın ocağıma.”

İki oyuncu Goethe’nin Prometheus adlı şiirine ait bu dizeleri okuduktan sonra kendilerini, stage diving'e, yani seyircilerin kollarına bırakırlar. Seyirciler de iki oyuncuyu büyük bir özenle onları düşürmemeye çalışarak, kollarının üzerinden ön sıralardan arka sıralara kadar geçirirler. Oyunun başlarında gerçekleşen bu yoğun karşılaşmayla, oyuncular ile seyirciler arasında derin bir güven ilişkisi kurulur ve oyunun devamında da muhtemelen kimsenin daha önce yaşamadığı bir deneyimin parçası haline gelir. Christopher Rüping’in Münih Kammerspiele’de geçen sezon sahneye koyduğu Dionisos Şehri adlı 10 saatlik oyundan söz ediyorum. Kammerspiele’ye Yılın Tiyatrosu, daha 34 yaşında olan Christopher Rüping’e “Yılın Yönetmen”i ödülünü kazandıran oyun, antik çağdaki Dionisos şenlikleri geleneğini günümüze taşıyor. Antik Yunan dönemindeki gibi, Dionisos Şehri de üç tragedya ve bir satir oyunundan oluşuyor, ancak yönetmen tek bir yazarın eserlerini sahneye taşımak yerine farklı metinlerden tematik bütünlüğü olan metinler yaratmış.

Oyun bir prologla başlıyor. Bu oyundaki performansıyla “Yılın Erkek Oyuncusu” seçilen Niels Kahnwald, bir yandan sigara içerken seyircilere onları neler beklediğini ve her bölümün ne kadar süreceğini anlatırken, diğer oyuncular da sahnede rollerine hazırlanırlar. Oldukça boş olan siyah sahnenin sağında banklar ve perdenin önünde ışıklar var. Işık yeşil yandığında seyircilerin bankın yanında duran bir kutudan herhangi bir parça alıp üstlerine geçirdikleri takdirde sahnede sigara içebileceklerini, ancak kırmızı ışıkta sessizce yerlerinde oturmaları gerektiğini anlatır Niels. Başka türlü zaman nasıl geçer böylesi uzun bir oyunda? 90 dakikalık oyunların ideal uzunlukta kabul edildiği bir dönemde bu çok yerinde bir soru olsa da, oyunun sonunda, iyi bir oyunla her türlü zamansal sınırların aşılabildiğini görmek gerçekten çok etkileyiciydi.

Birinci bölümde, insanlara ateşi verdiği için Zeus Prometeus'u, kayalıklara zincirleyerek değil, sahnenin üzerinde sallanan bir kafesin içine hapsederek cezalandırır. Suriye’li Majd Feddah, Kammerspiele’nin Sınırları Olmayan Tiyatro ekibinin bir üyesi tarafından canlandırılan Zeus, sahnede Arapça ve İngilizce konuşarak tam bir yabancılaştırıcı unsur olarak sahnede hâkimiyetini kurar. Bu Zeus, ürkütücü olmaktan çok sahnede sürekli çekirdek çitleyen haliyle gülünç gözükse de güç onun elindedir. Kafese hapsedilmiş olan Prometeus’a kızdıkça, Zeus üzerine sular ve boyaların püskürttürür ve böylece ona başkaldırmanın bedelinin ağır bir biçimde ödetir. Yönetmen Christopher Rüping ve dramaturglar Velerie Göhring ile Matthias Pees’e göre, insanların en büyük düşmanı tanrılar ya da kader değil, onun en büyük düşmanı kendisidir. Bu nedenle oyunun ilk bölümünün merkezinde Prometeus’un, insanların bu ateşi daha sonra savaş ve yıkım için kullanacaklarını bilseydi yine de onu çalıp, insanlara verir miydi, sorusu yer alıyor.

Yarım saatlik bir aradan sonra oyunun ikinci bölümü başlıyor. Sahne değişmiş, sahne tasarımcısı Jonathan Merz, üzerine projeksiyonla çeşitli görüntülerin yansıtılabildiği çok katlı beyaz bir konstrüksiyon kurmuş. Sol alt köşesine de bütün oyunun en uzun bölümünün ritmini belirleyecek olan baterist Matze Prölloch’u yerleştirmiş. Yaklaşık üç saatle oyunun en uzun bölümü olan “Truva Savaşı” daha çok metnin, müziğin ve projeksiyon görüntülerinin arasında eyleyen oyunculardan oluşan bir senfoni, daha doğrusu bir Rammstein konserine benziyor. Yönetmen Christopher Rüping, bu bölümde dile ve ritme verdiği ağırlıkla Homer’in şiirselliğini korumayı yeğlemiş. Gemi ve savaşçıların sayılarının bütün detayları ve Hektor ile Paris arasındaki amansız mücadele böylece metnin tüm yoğunluğuyla seyirciye çarpar. Statik ve sağlam görünen demir konstrüksiyon arasına yerleştirilmiş ve ekran işlevi gören beyaz plexiglaslar bölümün sonuna doğru oyuncular tarafından kırılır. Truva yıkılmıştır. Sahneyi dolduran kırıkların üstünde Maya Beckmann, Gro Swantje Kohlhof (En İyi Genç Kadın Oyuncu ödülünü almış bu oyunla) ve Wiebke Mollenhauer, Hekabe, Andromache, Helena ve Kassandra rollerinde, savaş ganimeti olarak zaferle eve dönecek olan Yunanlı krallara paylaştırılacak olmanın onlarda yarattığı öfkeyi ve derin çöküntüyü kusarlar. İkinci bölümün sonunda seyirciler yoğun duygular ve bölümün uzunluğunun yarattığı ağırlıkla oyunun en uzun arasına uğurlanırlar.

Dionisos Şehri'nin üçüncü bölümü Aiskhylos’un Oresteia'sını konu alıyor. Truva savaşının komutanı Agammemnon’un savaş başlamadan önce gemilerin yola çıkabilmesi için tanrılara kızını, Iphigenia’yı kurban etmiştir. Karısı Klytemnestra, bunu sindirememiş, on yıl süren savaşta onun yokluğunda evlenmiştir. Bunca yıl sonra Kassandra ile evine dönen Agamemnon ile yemek masasında havadan sudan sohbet ederken Klytemnestra onu ilk fırsatta yeni kralla birlikte öldürür. Elektra'dan da parçalar içeren Oresteia bir aile dramı üzerinden geleneksel intikam düzeninin son bulmasını, tanrıların adaleti yerine, bir hukuk devletine olan ihtiyacı gündeme getiren bir metin. Yönetmen Christopher Rüping, muhtemelen ilk bölümlerin ağırlığıyla keyifli ama yorgun olan seyircisini eğlendirmek için bu bölümü daha çok bir sitcom gibi yorumlamış. Sahnede bütün ölümler küvetin içinde oyuncuların üzerine kova kova kırmızı boya dökülerek gerçekleştirilir, Orestes’in sadık dostu Pylades’in Elektra ile evlendiği partiye seyirciler de sahneye davet edilir ve hep birlikte şampanya içilir.

Bu oyunla yılın genç oyuncu ödülünü alan Benjamin Radjaipour, Pilades rolünde şaşkındır. Evleneceği kızın ailesindeki saçmalıkları anlamakta güçlük çeker ve sahnede çaresizce oradan oraya koşar. Orestes giderek delirir, sahnenin sonunda çırılçıplak soyunur ve seyircilerin arasına dalar. Daha çok doğaçlamalarla ortaya çıkan üçüncü bölümde oyuncuların başvurdukları tüm komedi unsurlarına rağmen, yaşanılanların trajik boyutu yoğun bir biçimde, belki tam da onun için, hissedilir. Bu sayede oyunun başından itibaren her bölümün ortak sorusu olan soru bu bölümde de bir kez daha vurgulanır: tanrıların düzeni kadınlara ne yapıyor? Bir flashback sahnesinde Iphigenia babasına yalvarıyor, “ne olur kurban etme beni” diye. Oyunun kadın oyuncuları kolayca bir rolden diğerine geçerlerken, birey olma hakkını elde etmek için mücadele yolunun uzun olduğunu hissettirirler.

Dionisos şenliklerinde üç tragedyanın ardından bir komedya ya da satir oyunu sahnelenirmiş. Bu beklentiyle sona yaklaşmanın rahatlığını yaşayan seyirciyi Dionisos Şehri'nde bir son sürpriz bekliyor. Oyuncular, son bölümde başlarında boynuzlarla, iki takıma ayrılmış olarak yirmi dakika süreyle futbol oynarlar. Sadece bir ara, Niels Kahnwald oyunu keser ve futbolcu Zidane’a ait melankolik kısa bir metnini okur ve ardından oyuna devam eder. Buraya kadar antik çağın dünyasında gezinen seyirci, en sonunda günümüz eğlence dünyasının bir numarası olan futbol dünyasına taşınması iyi mi oldu, tartışılır. Ancak seyirciler on saatin sonunda 20 dakika boyunca oyunu ve oyuncuları ayakta alkışladıklarında, Dionisos Şehri'nin herkese unutulmaz, tarihi bir deneyim sunduğunu kabul etmek gerekir.

1 Bu yazı, ArtUnlimited’da yayımlanmıştır.


Daha fazlasi icin..