ELEŞTİRİNİN VE ELEŞTİRİLENLERİN ELEŞTİRİSİ

Aşağıdaki yazıyı 1998 yılında “Tiyatro… Tiyatro” Dergisi için yazmıştım. Eleştiri geleneğimizi ülkemizde eleştirinin nasıl algılandığını anlatan bir yazı. Üzerinden 22 sene geçmiş, değişiklik var mı; siz karar verin! (N.Kuyumcu, Nisan 2020)

ELEŞTİRİNİN VE ELEŞTİRİLENLERİN ELEŞTİRİSİ

ELEŞTİRİNİN VE ELEŞTİRİLENLERİN ELEŞTİRİSİ1

Nihal Kuyumcu

Aralık 1998

Aşağıdaki yazıyı 1998 yılında “Tiyatro… Tiyatro” Dergisi için yazmıştım. Eleştiri geleneğimizi ülkemizde eleştirinin nasıl algılandığını anlatan bir yazı. Üzerinden 22 sene geçmiş, değişiklik var mı; siz karar verin! (N.Kuyumcu, Nisan 2020)

1-7 Kasım tarihleri arasında Bursa’da 3. Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali yapıldı. Bu festivalin en önemli özelliği, Çocuk Tiyatrosu üzerinde çalışan akademisyen, oyuncu, yönetmen ve oyun yazarlarından oluşan büyük bir gözlemci topluluğunu bir araya getirmesi ve bu kişilerin düzenli bir programla sergilenen tüm oyunları izleyerek eleştirilerini akşam toplantılarında paylaşmasıdır. Bir metni, bir oyunu bir kişi eleştirdiğinde doğal olarak bir tek bakış açısıyla değerlendirirken böyle bir toplantıda birçok görüş ortaya konuyor. Değerlendirenlerden biri oyunu kuramsal yönden irdelerken bir diğeri oyuncu gözüyle, bir başkası yönetmen gözüyle ele alıyor. Oyunu izleyen çocukların tavırları da izleniyor, hatta (tam olarak amacına ulaşamasa da) oyun sonrası yapılan söyleşilerle çocukların düşünceleri izlenimleri de bu toplantılarda referans olarak gösterilebiliyor.

Birçok eksiği yanlışı olan çocuk tiyatromuz için kendine bakması, yeniden değerlendirmesi, belki bazı düzeltmelere gitmesi ya da seyirciye amaçlandığı halde iyi geçemeyen durumların saptanması açısından büyük bir fırsat iken ne yazık ki eleştiri geleneğimizin olmayışı, dolayısıyla eleştiriyi değerlendirme geleneğimizin de olmayışı nedeniyle yapılan bu çok önemli toplantılar işlerlik kazanamıyor. Korkarım bu değerlendirme sorunları nedeniyle önümüzdeki yıllarda davet edecek yerli grup bulmakta organizasyon komitesi büyük sıkıntılarla karşılaşacak. Oysaki bu komitenin bir araya getirdiği nitelikli, çocuk tiyatrosuyla ilgili ve çocuk tiyatrosunun çeşitli alanlarında da çalışan bu kadar çok kişi herhangi bir tiyatro grubu için büyük bir nimettir. Tabi öncelikle taraflardan birinin eleştiriyi kuralları içinde her türlü öznellikten uzak yapması, diğerinin de eleştiriyi yapıcı yaklaşımla alması gerekir.

Geçen yıllarda, gündüz izlenen oyunlar üzerine hemen aynı akşam yapılan konuşmalar doğal olarak ilk izlenimlerin dile getirilmesiyle sınırlı kalıyordu ve zaman zaman konu çok dağılıyordu. İlk izlenimlerin öznel olması, bizde yarattığı duyguların dile getirilmesi ve konuya yüzeysel olarak yaklaşılması tehlikesini de beraberinde getiriyordu. Böyle bir tehlike belki de ‘eleştiri’ sözcüğünün olumsuz / korkutucu anlamını pekiştiriyor, yöneltilen eleştirilerin olumlu boyutlara taşınmasını kabullenilmesini güçleştiriyordu. Bu nedenle bu yıl metinler ve oyun kasetleri önceden ulaştırılan kişilerin üzerinde çalışması, düşünmesi, ilk izlenim ve anlama aşamalarından sonra değerlendirmeyi yapması çok olumlu bir yaklaşım olmuştur. Ancak bütün bu gelişmelere karşın, yine de bu toplantılarda diğer katılımcıların ilginç, birbirinden farklı eleştiri yapma ve eleştiriyi değerlendirme, algılama biçimleriyle karşılaştık.

Bilimsel verilerden yola çıkarak oyunu her yönüyle inceleyen, belli bir sistem üzerinde ilerleyerek ele alan, her ayrıntıyı artı ve eksileriyle ortaya koyanların yanı sıra, konuyu didik didik ederek “öküz altında buzağı arayanlar” da yok değildi. Genellikle ilk izlenimle sınırlı kalan görüşler içinde “çocukları birer küçük aptal gibi görerek öyle bir çocuğun bakışıyla oyunu değerlendirenler”, “konuya duygusal olarak saldırgan bir tavırla yaklaşanlar”, “sadece olumsuz yanlarını ön plana çıkarıp dile getirenler”, “sadece olumlu yanlarını görenler” ve “oyunları ‘ehven-i şer’ arayışlarıyla ele alanlar” gözlemcilerin saptayabildiğimiz yaklaşımlardan bazılarıydı.

Geçen yıl yaşanan dağınıklığın önüne geçen, oyun üzerinde belli bir ön hazırlıkla gelen, metin ve sahneleme düzleminde ayrıntılı bir rapor hazırlayan hemen hemen tüm kişilerin eleştirileri ilk maddede belirttiğimiz anlayışa giriyordu. Oyunlar çeşitli açılardan ele alınarak artı ve eksileriyle değerlendirilmiş, ileri sürülen her tezin hesabı verilmişti. Ama buna rağmen konuşmacıların çoğunun sözlerine bir özür ya da benzeri, ortamı yumuşatmaya yönelik gönül alıcı sözlerle başlamalarının açıklaması, ‘eleştiri’ eyleminin kişisel boyutlara taşınma korkusu olmalı; “Ben yanlış anlamış olabilirim, dozu biraz kaçırabilirim, eleştirerek sizi kırarsam şimdiden özür dilerim”. Eğer ileri sürülen düşünceleri bir başka düşünce ile temellendiriyorsak neden rahatsızlık duyuyoruz. Örneğin bir oyunda çocukların anne-baba ve oyuncaklarına yönelik tehdit varsa ve bunun pedagojik açıdan büyük bir hata olduğu düşünülüyorsa bunun dile getirilmesinde ne gibi sakınca olabilir? Taraflardan biri pedagojik hata olmadığını veya olduğunu kanıtlayabiliyorsa sorun yok demektir. Ya da bir başka oyunda ‘çalışmak’ eyleminin iyi bir şey olduğunu çocuklara anlatacak, gösterecek onları ikna edecek hiçbir şey yer almıyorsa bunun dile getirilmesi neden rahatsızlık veriyor? Ya böyle bir eksik var ya da eksik yok ama seyirciye geçecek biçimde yapılmamış.

Bu eleştirilere verilen yanıtlara baktığımızda ise basite indirgenmiş üç yanıtla karşılaşıyoruz: “Haklısınız demek ki bu şekilde seyirciye geçmiş, konuya bu doğrultuda bir daha bakmalıyız”, “Haklı olabilirsiniz ama… Öyle değil!”, “Tamamen yanlış düşünüyorsunuz…”

Bu noktada eleştirilen kişilerin eleştiriyi algılama, değerlendirme kabullenme biçimleri ve tepkileri yine üç temel yanıt altında küçük çeşitlilikler gösteriyor: “Haklısınız demek ki salona bu şekilde geçmiş, konuya bu doğrultuda bir daha bakmalıyız” diyenler içinde içtenlikle “Bunu düşünmemiştim, çok haklısınız” diyenler ve seyirciye iyi geçmeyen şeyleri bu eleştirilerden yakalayarak fark edip düzelteceğini dile getirenler çok az da olsa grup içinde yer alırken, “Haklısınız” diyerek gerilimi düşürüp eleştirileri aşağı çekmeyi hedefleyen, bir anlamda çok iyi oynayanlar(!) da vardı.

İkinci yanıtı veren grupta yer alanların, yani; “Haklısınız ama…” diyenlerin bir kısmı “ülke gerçeklerinin ve bürokratik engellerin arkasına sığınırken diğer bir bölümü de söz konusu edilen şeyleri beğenmeyerek “Eleştiri olsun ama şöyle olsun” diyorlardı. Yine bu grup içinde “Türkiye’de tiyatro yapmak zor, çocuk tiyatrosu yapmak daha da zor bir iş. Ve zaten bu işi yapan bir avuç kişiyiz.” gibi düşüncelerle kendilerine yönelik bir ayrıcalığın olmasını isteyenlerin bu zorlukların takdir edilmesini beklemeleri de ısrarla yapılan yanlışları görmelerini, eleştiriyi olumlu bir boyuta taşımalarını engelliyordu. (Yaşanan zorluklar, yapılan yanlışlara bir gerekçe olamaz.)

“Tamamen yanlış düşünüyorsunuz” diyenler konuya daha katı yaklaşarak ya “Şu kadar yıldır bu işi yapıyorum, eğer öyle yapmışsam doğru bildiğim için yapmışımdır, burada söylenenlerin çok da önemi yok” diyerek eleştirenlerle kendisi arasında her türlü iletişime kapalı yüksek duvarlar ördüler ya da yapılan eleştirileri yükselen bir tansiyonla dinleyerek anlamaya dahi çalışmadan “Söylenen hiçbir şeyi kabul etmiyorum” deyip baştan kestirip attılar.

Tabi eleştiri mekanizmasını ‘saldırı’ ve ‘savunma’ denklemi içinde görenlerin konuşmaları sırasında sık sık bu kelimeleri kullanmaları da bir tesadüf değildi ve eleştiriden ne anladıklarını açıklayan küçük birer işaretti.

Bunun nedenleri neler olabilir?

Örneğin; kişinin kendi gerçeğini göremeyecek kadar kendine hayran olması, kendini dokunulmaz, ulaşılmaz ve kusursuz görmesi nedenlerden biri olabilir mi?

Ya da yapıtıyla özdeşleşerek ona yönelik her eleştiriyi kişiliğine yapılmış saldırı gibi algılayarak karşı çıkma veya yapıtını öz çocuğu gibi görüp ona yönelik her türlü sözü bir aşağılama gibi alıp çocuğunu savunma içgüdüsü gibi yani tıpkı “Çocuğunuz niye böyle çarpık?” gibi bir soruya karşı verilen tepki gibi nedenleri de düşünebilir miyiz?

Ya da eleştiri yapan kişilere güvenmeme olabilir mi?

Bu toplantılarda çok belirgin olarak ortaya çıkan bir ilginç nokta da akademisyenlere yönelik “ülke gerçeklerini görmeme, konuya tepeden bakma” gibi suçlamaların yer alması ve grup içinde bunun her fırsatta dile getirilmesi. Sanki önce birileri oturup bir teori yazıyorlar da daha sonra yapılanların bu teoriye uydurulması bekleniyormuş gibi bir yaklaşım var. Tiyatrocuların birbirleri arasında bir söz birliği olmaması ise bir başka ilginç nokta. (Belki de söyleyecek sözleri yok) Oysa birine yönelik bir eleştiriye kendileri de katılıp yüklenirken aynı yanlışa kendileri de rahatlıkla düşebiliyorlar ve kendi yanlışlarını ısrarla görmüyorlar. Eleştirinin amacı, bir sorunu açığa çıkartma, o sorunun özüne inerek hem olumlu hem de olumsuz yanlarını aydınlatma sergileme demektir. Nesnel olmak zorundadır ve mutlaka temellendirilmelidir. Eleştiri bize yaptıklarımıza bir daha bakma ve yanlışları eksikleri görme fırsatı verir. Yaptıklarımızın hesabını çok iyi vermişsek tüm eleştirilere verecek yanıtımız da vardır.

Nesnel bir eleştiri karşısında söylenenleri anlamaya çalışmak, yapılanları bir kez daha gözden geçirmek, daha iyi bir Çocuk Tiyatrosuna giden yolu ve süreci kısaltacaktır. Bu nedenle gelecek yıllarda da bu toplantıların sürdürülmesi, gözlemcilerin önceden görevlendirilerek eleştirileri hazırlamaları ve hazırlanan eleştiriler üzerine tartışmaların açılması “Türkiye’de Çocuk Tiyatrosu “ adına çok önemli adımlar atılmasına neden olacaktır.

Düzenleyenlere çocuklarımız adına, Çocuk Tiyatromuz adına teşekkürler.

1 Bu yazı, Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nde yayımlanmıştır.