KURBAĞA DENEYİ: YAVAŞ YAVAŞ ISINIYORUZ, BAŞIMIZA GELENİN FARKINDA DEĞİLİZ!
KURBAĞA DENEYİ: YAVAŞ YAVAŞ ISINIYORUZ, BAŞIMIZA GELENİN FARKINDA DEĞİLİZ!1
Özlem Hemiş
Ocak 2019
Merhametliler’ini İstanbul’da seyrettiğimiz Guy Cassiers, bugünkü Avrupa’yı şizofren bir evren olarak tanımlıyor ve Brüksel’deki Avrupa Birliği yetkililerinin Avignon’daki tiyatro festivalini izlemesi gerektiğini söylüyor. Bu düşüncesinin nedeni, sanatın ve sanatçının Avrupa’nın sorunlarını politikacılardan daha iyi görmesi ve gördüklerini yapıtlarına taşıması. 40’ın üstünde oyun ve sayısız yan etkinliğiyle Avrupa tiyatrosunun eğilim belirleyen merkezi Avignon Tiyatro Festivali’nde bir süredir yönetmen tiyatrosunun dramaturgiyle dengelendiği metin merkezli yapıların yükseldiği görülüyor. Metin merkeze davet edildiğinde içerik de bireyin dünyayla ve yapıtla kurduğu kişisel etkileşimden ve onun bu evrendeki varoluşuna yönelik sorgulamasına vesile olan imgeler sağanağından ziyade, daha toplumsal meselelere odaklanıyor. En çok ilk öğrenmelerin ve tüm ayrımcılıkların beşiği olan ailenin, toplumun bu en küçük biriminin büyük bütünü nasıl sakatladığı sıklıkla göz önüne konuyor. Sahnede yeni evrensellik belki de tam bu içerikten üreyecek. Geçtiğimiz yaz Mısır’dan Hollanda’ya kadar aile meseleleri sahnedeydi. Ancak festivalin programı salt bu konuyla sınırlı değildi. Toplumsal cinsiyet, suç, en küçüğünden en büyüğüne norm dayatan tüm kurumlar, savaş, mülteciler… Bu zenginlik içinde dikkat çeken konulardan biri de küresel ısınmaydı. Malum, büyük insanlık familyasının barındıran yaşlı dünyanın sonu geliyor. Oysa el birliğiyle yok etmekte olduğumuz dünyanın yegâne sahipleri biz değiliz.
Bu satırları yazarken Polonya’da küresel ısınma temalı bir zirve (COP24) gerçekleşmekte. 2015 Paris buluşmasının hesabının görüldüğü Polonya’dan gelen haberler şu hissi doğuruyor: gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler dünyanın bu durumuna gözlerini kaparlarsa geçeceğini düşünür gibiler. Tabii geçmiyor. 22 Ağustos 2012’den bu yana dünya kendi olanaklarıyla kendini yenileyemiyor. Bir kadın yönetmen Anne-Cécile Vandalem (1979), festivalde yer alan distopik bir kara mizah örneği olan Arktik (Arctique) ile tüm devekuşlarını uyarmak istemişe benziyor.
Aynı zamanda oyunun yazarı da olan Vandalem, Arktik’i 2025 yılında geçiriyor; mekân ise Arctic Serenity (Arktik Huzur) adında kazazede bir gemi. 19. yüzyılda ardına düşülüp bulunamayan Kuzey-Batı Geçidi’nden küresel ısınmayla buzdağları erimeye başladığında geçmek mümkün olunca Grönland’a turistik seyahatler başlamış, uluslararası şirketler kalan son doğal kaynakları tüketmek üzere ülkeye üşüşmüş. 2015’te böyle bir sefer sırasında Arctic Serenity bir petrol platformuna çarpmış, geminin şarkıcısı dışında herkes kurtulmuş, ancak kaza petrol sızıntısıyla bir çevre felaketine dönüşmüş. Vandalem oyun sırasında öğrendiğimiz bu bilgilerin altını doldurmak üzere Grönland’a gidip araştırma ve röportajlar gerçekleştirmiş. Yazdıklarının çoğunu silerek izlediğimiz metne ulaşmış.
Gerçekten de Arktik’in gerilim filmlerine yakışır bir öyküsü var: Aldıkları gizemli mektupların çağrısıyla Arctic Serenity’e gelen bir eski bakan, onun eski danışmanı, bir çevre aktivisti, bir gazeteci, kocasının küllerini bir bisküvi kutusunda taşıyan çok uluslu bir şirket yöneticisinin karısı, bir kaptan ile oraya nasıl geldiği başlangıçta anlaşılmayan bir genç kız, kazadan on yıl sonra otele dönüştürülmeye hazırlanmakta olan bu eski lüks gezi gemisinde adeta kapana kısılıyorlar. Sahne önünde gördüğümüz tüm olaylar geminin balo salonunda geçiyor. Balo salonunda arada sırada açılan, hayaletlerden oluşmuş hissi veren bir orkestra var. Orkestrayı gözden kaybeden perdeye önceden filme alınmış olan, geminin koridorlarında, kamaralarında ve güvertesinde gördüğümüz sahneler yansıtılıyor. Küresel ısınmaya yönelik ekonomik ve siyasi bir hesaplaşma beklerken yine minör seviyede de olsa bir aile meselesiyle toplanıyor hikâye. Finali açık etmem istemem, çünkü seyretmeyi sürdürmek için bir nedeniniz olması gerekiyor.
Vandalem’in söyledikleri arasında yürek burkan bir şey var ki cidden insanı insana insanla anlatıyor: araştırmaları sırasında erimenin yol açtığı turizmle ekonomik refaha yeni ulaşan bir kısım Grönlandlılar onun sorularından ve “çevreci” tutumundan hayli rahatsız olmuşlar. Oysa endişelenmelerine hiç gerek yokmuş kanımca. Vandalem sahneleme aşamasında gerilimi tutturmak için içerik odağından ödün verdiğini fark etmemiş. Oyun sinemasal araçlarla seyirlik hale gelen tuhaf bir tür tiyatrosu olarak dar bir alana saplanmış.
Ancak bazen bir oyun, bir konuda düşünmeye bahane olur; azımsanacak etki değildir. Ben de Arktik bahanesiyle gezegenimiz üzerine düşüncelere daldım ve şu meşhur kurbağa deneyini hatırlayıp paylaşayım istedim: Hani kurbağaları soğuk su dolu bir tencereye koyar yavaş yavaş ısıtırsanız başlarına geleni anlamazlarmış ya; kapitalizm tüketimperver cemiyetlerin ruhunu işte böyle tatlı tatlı sömürüyor. Bastığımız toprağın, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun temizine ulaşmak lüks şimdilerde; bir sonraki aşamasında bunlara ulaşmanın olanaksızlığını görmezden gelmeye çalışacağız. Hala nefes alabiliyorsak tabii…
1 Bu yazı, Ocak 2019’da Milliyet Sanat’ta yayınlanmıştır.
Okura Not 1: Bu yazıdaki Cassiers alıntıları yönetmenle Chantal Boiron’un yaptığı söyleşiden; Vandalem’in çalışmasıyla ile ilgili bilgiler ise Hugues Le Tanneur’un söyleşisinden. Her iki söyleşi de UBU: European Stages’den (No.64/65). Dergi, Fransızca ve İngilizce olmak üzere iki dilli yayınlanmakta.
Okura Not 2: Oyun 18 Ocak - 10 Şubat arasında Paris Odeon’da izlenebilir. Bazen naklen yayınlanabiliyor. Bir süre Culturebox’taydı: https://culturebox.francetvinfo.fr. Arte’yi takip etmekte yarar var.