KAZANANI OLMAYAN OYUN: ANTIGONE

KAZANANI OLMAYAN OYUN: ANTIGONE

KAZANANI OLMAYAN OYUN: ANTIGONE1

Özlem Hemiş

Haziran 2019

Sağduyunun süresiz izin alarak aramızdan ayrıldığı bu çağda Sophokles’in Antigone’sinin dünya gündeminden düşesi yok, benim gündemimden de… Tiyatro tarihi ve kuramını iş edinmiş birinin masasında Antigone başköşede durur zaten. Tiyatroda çatışmayı anlatmak için, bugün buradan birkaç bin yıl uzak bir anlatıyı damarlarımızda hissedebildiğimizi öğrencilerle her seferinde yeniden keşfetmek için Antigone, uzağı yakın eden bir metin.  Ama bir şekilde talihsiz bir yanı var bu güzelim oyunun; içime sinen bir sahnelemesiyle karşılaşamıyorum kolay kolay. Ivo von Hove yönetiminde beyaz perdede izlemeye doyamadığımız Juliette Binoche gibi bir oyuncunun, sahnede tüm karizmasını yok eden o meşhur 2015 yapımı da dâhildir buna. Birkaç iyi fikre kurban edilerek omurgası örselendiğinden dengesi bozulan, hep bir yöne ya da bir buluşa ağırlık verildiğinden bütünü ıskalayan yorumlarla karşılaşmıştım. Kuşkusuz çok iyileri olmuştur ama ben yakalayamadım diye düşünürken arka arkaya iki Antigone ile mutluluk duydum. Sizlerle paylaşayım istedim. Zira konu her daim taze.

Japon yönetmen Satoshi Miyagi Antigone yorumunda, Batının ikilikler üstünden dünyayı kavrayan tutumunu mesele edinmiş görünüyor. Siyah-beyaz, iyi-kötü, ölüm-dirim gibi… Oysa doğa bu ikiliklerin dışında ve ötesinde işliyor. İkiliklerle ayrıştırmanın ucu, oyunda da izlediğimiz üzere felakete dolu dizgin sürüklenmeyi getiriyor. Japon kültüründe de ölüleri gereğince uğurlamak önemli bir ritüel. Ancak toplumsallığın bekası için içselleştirilmiş sorumluluk piramidi de önemli. Bu nedenle ikisinden birini seçmek, tanrısal yasa ile devletin yasasını tartıya vurmak orada da tercih edilecek bir şey değil. Zaten Sophokles de bir tercih yapılmasını dilemiyor; ortaya koyduğu ikilem o ya da bu seçimi yüceltmiyor; bir diğerini dinlemeyenin/duymayanın/görmeyenin, siyasette, hayatta ve sanatta diyalog formuna sağır olanın, o bekayı sürdürmeye muktedir olamayacağını söylüyor. Hayat bilgisi dediğimiz şey bir anlamda sağduyu hanemizdeki birikimin terkibini belirliyor; madem verildi bize bu meleke, cümlede kullanmak farzdır, diyor. Bunu derken o güzelim metnin ilk koro şarkısında insana, insanlığını hatırlatıyor ve sınır bilgisi veriyor: “…her derdin bulur çaresini / ölümden gayri”. Oyunun sonunda da insan düşünüyor. Hangi durum daha beter; bilinmeyen ölüm ülkesine gitmek mi, tüm sevdiklerini kaybedip kaybettiklerinin müsebbibi olarak yaşamaya mahkûm olmak mı? Bu gibi durumlarda bir kez daha hatırlamak gerekiyor oysa: “her canlı bir gün ölümü tadacaktır.” Beka dediğimiz şey, eşyanın doğasına ters; ya da popüler tabir ile fıtratta yok.

Miyagi’nin yorumunda çok etkileyici sahnelerden biri, Antigone ile Kreon’un kör diyalogunu Palais des papes’ın duvarlarında yansıttığı gölge oyunuydu. Güney Asya’nın Wayang gölge oyunu geleneğindeki ışık yerleştirmesiyle gölgenin boyutları ile oynayan yönetmen, iki figürün karşı karşıya gelip ego çatıştırdığı anlarda içlerindeki çocuğu görünür kılarcasına gölgenin ebadıyla oynuyor, metindeki kırılmaya göre bir devasa, bir minicik yansıtıyordu gölgeleri. Püftek bir ego, şiştiği gibi iniveriyordu ama diyalog düzleminde kuyruklar dik tutuluyordu. Oyun kişileri birer kukla gibi yerleştirilmelerine karşın kuklayı oynamıyorlardı; kukla geleneğindeki seslendirmeden yararlanılıyor, birbirinden uzak iki kaya üzerindeki Antigone ve Kreon’u seslendirenler yerde suyun içinde duruyorlardı. Böylece ikiliklerin bireyde yarattığı yarılma ve dikişlenemeyen benlik/beden görünür kılınıyordu. Öte yandan oyuncular, seslendirmeciler ve gölgeler birer bütün oluşturuyorlardı. Evet, Palais des papes’ın önündeki sahne su ile doluydu. Mesela kâhin Teiresias adeta bu dünya ile öte dünyayı ayıran/birleştiren Akheron ırmağının kayıkçısı gibi giriyordu sahneye. Nitekim sahnenin su dolu olması Antik Yunan’daki Akheron’u ve Japonya’daki karşılığı Sanzu’yu temsil ediyor(muş). Miyagi, ayrıştırmaktan çok aynılıkların üstüne gitmeyi seviyor. Koroyu da Japon Noh tiyatrosundaki kolektif sesi yansılayan jiutai ile özdeş tutuyor. Finalde kendi kültüründen bir yorum getirerek herkesin ölümlüğüne dikkat çekmek için bu trajik kahramanları bir nefesle sönebilecek küçük alevlerin aydınlattığı öteki dünyaya geçiş töreniyle uğurluyordu.

Miyagi, 1986’dan bu yana sahnede. 1995’te ünlü Japon yönetmen Tadashi Suzuki ile birlikte Elektra yönetmek için davet edilmiş ve daha önce Suzuki’nin yönettiği Shizuoka Performing Arts Center’a 2007’de genel sanat yönetmeni olarak atanmış. Bir yandan da Shizuoka Dünya Tiyatro Festivali’ni gerçekleştiriyor. Antigone, SPAC ile Avignon Festivali ortak yapımı. Yönetmenin Suzuki ile aynı kaynaktan beslendiğini oyuna hâkim olan törensel huşudan anlamak mümkün. Ancak oyunculukta Suzuki’nin arzu ettiği keskin gramere oranla daha esnek. Ustası gibi seyirciye birlikte bir serüven öneriyor ve yolculuk boyunca seyircinin elini hiç bırakmıyor.

Dikkat çekici bir diğer Antigone ise Avignon Festivali genel sanat yönetmeni Olivier Py’nin mahkûmlarla çalıştığı bir sosyal sorumluluk projesi. Yoğun polis kordonu ve yüksek güvenlik önlemleri altında izlediğimiz oyun, ilahi ve dünyevi yasaların tümündeki “adalet” tıkanmasını, oyuncunun meseleyi kalbinde hissettiği yerden seyirciye ulaştıran sade bir yorumdu. Hiçbir gösteren taşımamasına karşın sahne bir ringi hatırlatıyor, tüm rolleri erkeklerin oynadığı yapım, çatışma alanı olarak yaşadığımız dünyada kazanan bir tarafın olmadığını çıplak bir gerçeklik olarak sunuyordu. Görebileceğimiz en karizmatik Teiresias’lardan birini izlediğimiz Py’nin Antigone’si, bir kez daha “iki kalas bir heves”in gücünü derdinden aldığını görmenin sevinci ile ısırgan hakikatle yüzleşmeyi bir arada bahşeden bir yapıt olarak kayıtlara geçsin isterim. Maalesef tekrarı yok.

 

1 Bu yazı, Haziran 2019’da Milliyet Sanat’ta yayınlanmıştır.