OKYANUSTA BİR SU DAMLASI GİBİ!

Antalya Şehir Tiyatrosu çok güzel çalışmalarla bir atılım içinde. Yeni çocuk tiyatrosu, kukla tiyatrosu birimleriyle ümit vaad eden bir topluluk olma yolunda.

OKYANUSTA BİR SU DAMLASI GİBİ!

OKYANUSTA BİR SU DAMLASI GİBİ!1

Nihal Kuyumcu

Mayıs 2017

Antalya Şehir Tiyatrosu çok güzel çalışmalarla bir atılım içinde. Yeni çocuk tiyatrosu, kukla tiyatrosu birimleriyle ümit vaad eden bir topluluk olma yolunda.

“Okyanusta Bir Su Damlası Gibi” Antalya Şehir Tiyatrosu’nun Çocuk ve Gençlik biriminin hazırladığı oyunlardan biri. Sözsüz bir oyun. Konusu ne? Mesajı ne? Hangi açıdan ele almalıyız, düşünmek gerek! En iyisi konuyu anlatalım bakalım sizler ne düşüneceksiniz?

Beş adam, birbirine benzemez, kimi güçlü lider, kimi cesur ama bir lidere ihtiyacı var, kimi ürkek ama yola devam etmekten yana, kimi korkuyor her an vaz geçebilir. Büyük hayalleri var. Daha iyi yaşam koşulları olan bir dünyaya doğru gemi yolculuğuna çıkıyorlar. Ama şanssızlık, gemileri kazaya uğruyor. Issız bir adaya düşüyorlar. Bir süre orada yaşam mücadelesi verdikten sonra, bir gece bir motor sesiyle projektör yansımasıyla uyanıyorlar ama motordakiler bunları görmüyor ve gidiyorlar. Sabah olduğunda adada kocaman bir deniz boyu buluyorlar. Ona binip hayallerindeki ülkeye gidiyorlar. Ama gittikleri ülkede gürültünün, karmaşanın içine düşüyorlar. Bu defa eski günlerini özlüyorlar, çok da refah içinde olmayan. duşu, lüks arabaların ve kızların(!) olmadığı, suyu kaynağından kullanıp, elmayı dalından koparıp yedikleri günleri.... Ve dönüş yoluna düşüyorlar...

+7 çocuklar için hazırlanan bu oyunun verdiği mesajı iki açıdan ele alabiliriz. Birincisi insanlar koşulları ne olursa olsun doğdukları topraklarda mutlu olurlar, ne amaçla olursa olsun asla topraklarını terk etmemeliler. Bunu iyi niyetle insani bir durum bir mesaj olarak ele alabiliriz. Daha iyi daha insanca yaşamak herkesin hakkı ama bu koşulları insan kendi topraklarında oluşturmalı...

Bu mesajı bu şekilde elbette okuyabilirdik, eğer arkada denizi çağrıştıran dekorun bir köşesinde bir büyük gemi (içinde her türlü konforun olduğu turistik bir Transatlantik) ve Avrupa Birliği bayrağında bulunan yıldızlar olmasaydı. Bu yıldızlar bize denizin Avrupa Birliği suları sınırları içinde olduğu işareti veriyor. Ve bu denizdeki yolculuklara dikkat çekiyor.

Tam bir bencil Avrupalı gözüyle güncel bir konuya değinmiş yönetmen. Aba altından sopa göstererek. Gelmeyin mutsuz olursunuz ya da gelmeyin istemiyoruz diyor ama insanlar neden geliyorlar ona hiç değinmiyor. Hiç kimse rahat evini bırakıp yabancı topraklarda -can korkusu, çocuklarının geleceği kaygısı olmasa- yaşamak hele ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak istemez. Kaldı ki oyunumuzdaki yolcular daha lüks bir yaşam arayışı ile yola çıkmışlar. Bu da oyunu sıradan bir yolculuk hikayesine dönüştürüyor. Yönetmen savaş konusuna hiç değinmemiş. Oysa Özer Tunca ile yaptığımız röportajda yönetmenin Bodrum’da uzun süre Ege’ye açılmak üzere olan insanları incelediğini ve oradan yola çıkarak bu oyunu yazdığını söyledi. Savaş görüntüleri ile çocukları üzmek istememiş olabilir mi? Çocuklar her gün medyanın her bir kanalında, Ege’de yok olan hayatları, Ege kıyılarına vuran çocuk ölülerini görüyorlar. Hatta sadece medyada görmekle kalmıyorlar, bizzat yaşıyorlar. Eğer son yıllarda bu Ege’de yaşanan olaylar olmasaydı bu oyunu çok sevimli bir yolculuk hikâyesi olarak değerlendirebilirdik. Avrupa Birliği bayrağının yıldızları bu iddiamızı doğruluyor. Yollarına çeşitli yasadışı yollarla devam etmek isteyenlere de tıpkı oyundaki gibi insanların botlarla yollarına devam etmelerine izin verilerek kalan sağlar bizimdir mantığı yürütülüyor. Aksi takdirde gelen motorun sesi ve projektörle adanın tarandığı sahnede gelenler kazazedeleri görür ve götürürlerdi.

Oyunun sahnelemesine gelince konunun işlenişi, oyuncuların oyunculukları, hikâyenin seyri her biri ayrı ayrı övgüye değer. Hikâyede beş kişi var ve bu beş kişi farklı tiplerle ince ince işlenmiş. Güçlü korkusuz lider, güçlü ama bir lidere ihtiyacı olan bir ikinci kişi, biraz çekingen ama gitmek isteyen, gitmekle gitmemek arasında kalan ve bir diğerinden kuvvet alarak yola devam eden... Hepsi çok güzel canlandırmışlar. Bedenleri, jest ve mimikleriyle tüm salonu kavradılar.

Sözsüz oyunda oyuncuların, gittikleri yerle ilgili, çeşitli marka ve büyüklükte arabaları, açınca sıcak suyu akan duş ve güzel kızlarla(!) ilgili hayaller seyirciye çok güzel geçiyordu. Sahneye yerleştirilen mavi bir duvar üstünde kukla balık ve gemiyle yolculuk ve deniz kazası sembolik olarak çok güzel anlatılmıştı. Adadaki açlıkla mücadele, bir elmanın küçük birer ısırıkla paylaşılması, kiminin kendine engel olamayarak tamamını yemesi, hem eğlenceli hem de düşündürücüydü. Bir an için acaba elma çekirdeğini ekip bir elma ağacıyla başlayan serüven o adada kendilerine bir hayat kurmalarıyla mı bitecek diye düşündük...

Dekor basit… Bir deniz görünümü, gemi ve Avrupa Birliği bayrağı, kostümler deniz kıyafetleri, ayaklarda paletler, şnorkeller, deniz gözlükleri ve can yelekleri… Başlangıçta çıkılacak yolculukta hayatta kalmalarına yardım eden birer malzeme olmakla birlikte oyunun sonuna kadar onları çıkartmamaları yanımızdaki çocuğun yüksek sesle “Şehre geldikleri halde neden onları çıkarmadılar” diye sormasına neden oldu. Sahi neden bu malzemeleri oyunun sonuna kadar çıkarmadılar?

Oyunda beni ciddi olarak rahatsız eden bir nokta da bu beş kafadarın hayallerini güzel lüx arabaların yanı sıra güzel kızların da süslemeleri. Beden diliyle kızları ifade eden anlatımları erkek egemen söylemin, erkek dünyasındaki kadın algısının en azından bir çocuk oyununda olmamasını dilerdik. Toplumsal cinsiyet, kadın olmak erkek olmak gibi konuların modern -yoksa postmodern mi desek- dünyada her gün biraz daha sorgulandığı, gündemi işgal ettiği günümüzde böylesi söylemler konusunda biraz daha dikkatli olmak gerek. Bir diğer dikkat çekici nokta oyuncular içinde kadın oyuncunun olmaması... Bu serüven sadece erkekler değil kadınlar için de  geçerli... Oyuncular içinde kadın oyuncu olmamasının mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır.

Son söz olarak iyi bir çocuk oyunu dediğimizde o oyundan, çocuk kadar yetişkinin de zevk alması gerekir. Yani, 7’den 77’ye herkes zevkle seyretmeli.

Sonuç olarak “Okyanusta Bir Su damlası Gibi” çocuğu ciddiye alan, bizim İstanbul’dan alışık olduğumuz, peluşlu oyuncuların cevabı belli sorular sorarak çocukları bağırttıkları oyunlardan çok farklı, biz yetişkinlerin de zevkle izlediği bir oyundu. Keşke mesaj da bu kadar sorunlu olmasaydı.

1 Bu yazı, Tiyatro... Tiyatro Dergisi'nde yayımlanmıştır.