TİYATRO FESTİVALİ DOLUDİZGİN

Bu yıl 23. gerçekleşen İstanbul Tiyatro Festivali sürprizlerle dolu. Hakkında çok okuduğunuz, dünyanın her yerinden ödüller kazanmış bir prodüksiyonu izleyeceksiniz diye sonsuz heyecanlanırsınız... Ve bulutlardan aşağı yuvarlanıverirsiniz... Tiyatro festivalimiz düşler ve düş kırıklıkları arasında ama kesinlikle doludizgin ilerliyor.

TİYATRO FESTİVALİ DOLUDİZGİN

TİYATRO FESTİVALİ DOLUDİZGİN1

Zeynep Oral

Kasım 2019

Bu yıl 23. gerçekleşen İstanbul Tiyatro Festivali sürprizlerle dolu. Hakkında çok okuduğunuz, dünyanın her yerinden ödüller kazanmış bir prodüksiyonu izleyeceksiniz diye sonsuz heyecanlanırsınız... Ve bulutlardan aşağı yuvarlanıverirsiniz... Tiyatro festivalimiz düşler ve düş kırıklıkları arasında ama kesinlikle doludizgin ilerliyor.

Muhteşem Başlangıç!  

Tiyatro Festivali, bir başladı pir başladı... Açılışta, Maslak’taki o dev Uniq Hall Salonu’nu tıka basa dolduran seyirci 80 dakika boyunca soluğunu tuttu... Studio Oyuncuları’yla İKSV Tiyatro Festivali’nin ortak yapımı olan “IO”  tam bir tiyatro şöleniydi.

Bugüne dek “ŞahikaTekand’ı nasıl bilirsiniz” sorusunu “muhteşem bir hoca, oyuncu, yönetmen, tiyatro yaratığı” diye yanıtlardık;  şimdiden sonra “muhteşem bir yazar” da dememiz gerek. Mitolojik bilgiden yola çıkılarak tamamen özgün bir metin yazmış.

Mitoloji ve Olympos tanrılarıyla ve iktidarıyla  hesaplaşması “bahane”;  ataerkil düzeni; güç ve iktidar tutkusunu, belleksizliği, haksızlığı, adaletsizliği sorgulaması ve bize, bugünün dünyasına dair bir söylem sürdürmesi şahane!

Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği, kalabalık genç bir ekiple oynadığı “IO”da o karanlık sahnede (sahne ve kostüm tasarımı: Esat Tekand) ışık, ses ve hareket başrolde!

“Tragedya” gereği seçilmiş, baştan sona çarpıcı bir üslup ona uygun oyunculuk... Her oyuncu ve koro çok başarılı... Zor bulunur harika diksiyon... Giderek hareketlenen bir ritim ve gerilim... Devinimle dans; sesle müzik arası bir soyutlama... İnanması zor, olağanüstü bir çalışma ve disiplin ürünü... Zoru başarmak böyle bir şey olmalı. “IO”yu görmeyen kalmasın. Festivalde ikinci temsil 30 Kasım’da.

Düş Kırıklıkları

En büyük düş kırıklığını Belçika’dan gelen ve “günümüzün en önemli çağdaş dans topluluğu” diye tanımlanan Ultima Vez’den izlediğim “Traptown / Tuzak Kent”te yaşadım. Fondaki beyazperdedeki film ile sahnedeki dans ve söz arasında ilişki kuran bu gösteri, yarım saat sürseydi, perde-sahne, gerçek-mit, baba-oğul arasında gidip gelmelere bir anlam yüklemeye çalışabilirdim. Ama klişe kalıp sözler, tekrarlanan devinimler, hele hele didaktik ders vermeler iki saate yakın sürünce, bir an önce bitse diye yalvarır oldum. Moskova Balesi’nin “Her Yol Kuzeye Çıkar” dansı, dansçıların yeteneğini, ustalığını ortaya koyuyordu. Ancak sahnede sadece 7 erkek dansçıya yer verildiğinde; insan dünyadaki erkek egemenliğine ya da kadına yönelik tavra dair bir söz, bir duruş beklentisine giriyor. En azından ben öyle sanmıştım. Yok efendim. Yedisi marifetlerini gösterdiler bitti. Neyse ki 50 dakikaydı.

Arada Kalan ‘Sirk’

Rus Tiyatrosu’nun “genç dehası” diye bilinen Maxim Didenko’nun “Sirk”i, “fiziksel tiyatro”, “görsel tiyatro”, “imgeler tiyatrosu” gibi etiketleri çağrıştıran, Sovyet döneminin parodisi mi yoksa ona bir özenme mi olduğu pek de kesin olmayan müzik-sirk-tiyatro-uzay çağı-Sovyet idealleri ve 1930’ların kült filmine dayanan bir gösteriydi. Zaten “Sirk” adı da “Rusya Uzay Araştırmaları Merkezi / Centre for Russian Space Research”, Rusça kısaltılmışı CIRC’den geliyor. Çok renkli görüntülerin, görselliğin ön plana çıktığı ama yüreğe dokunmayan, kararsız bir sahne olayıydı bence...

Yevgeni Onegin’

Rusya’nın Vakhtangov Tiyatrosu’nun sunduğu “Yevgeni Onegin” bence eşsiz bir deneyimdi. Şölendi.
Puşkin’in ölümsüz eserini, yönetmen Rimas Tuminas yeniden ele alırken eserin özünü sonsuz bir duyarlılık, çarpıcı anlarla taçlandırıyor. Yalnız söylenenleri değil söylenmeyeni de yorumlayarak, eseri sahnede yeniden şiire dönüştürüyor. İnsanı ağlatacak denli, güzel anlar yaratıyor.

Sahnede iki Onegin, iki Lenski var. Gençlikleri ve yaşlılıkları yani özlemleri, pişmanlıkları, keşkeleri... Dans ve dansçı kızlar var. Rus geleneği ve modernite özlemi var... Koro, müzik, Fransız özentisi var. Muhteşem Tatyana ve Olga kardeşler var... Ama sahnede en çok, en çok hüzün var. Tepeden tırnağa “Slav hüznü”... Bir de baştan sona bütünlük. Üslup bütünlüğü...

Sahne gerisindeki buğulu koyu renk hareketli ayna hüznü derinleştiriyor. Sanki tüm oyun bir bale stüdyosunda geçiyor. Her oyuncu tepeden tırnağa duygu ve duyarlık kesilmiş. Birinin adını anmadan geçemem: Tatyana’yı oynayan Eugenia Kregzhde’nin tepeden tırnağa duyarlığı gözümün önünden hiç gitmeyecek... Kar fırtınası, düello sahnesi, ilk balo, Tatyana’nın yatağını sırtladığı sevinç ve acısını sırtladığı sahneler de... (Ah bir de bu baştan sona duyarlığı bozan o tavşan ve çok uzun doğum günü sahnesi olmasaydı...) Bu prodüksiyon beni hiç terk etmeyecek.

Ionesco Dehası

Fransa’nın “Theatre de la Ville” Kent Tiyatrosu’nun genç yönetmeni Emmanuel Demarcy-Mota’nın yönettiği “Ionesco Dosyası” adlı oyun çok keyifli, eğlenceli, mükemmel kotarılmış, akıllıca sahnelenmiş ve ustalıkla oynanan bir başka şölendi. “Absürd tiyatro”, saçma ya da uyumsuz tiyatronun dehası Ionesco’nun eserlerinden yola çıkan Demarcy-Mota, bence kendi “absürd”ünü yaratarak dehasını konuşturuyor. Kel Şarkıcı, Ders, İki Kişilik Hır Gür, Dil Dersi Egzersizleri... (Onegin’in aksine burada çeviri muhteşemdi! Tebrikler.)

Sahnede 7 oyuncu. Her role girip çıkıyorlar. Bir ziyafet masası etrafında buluşmuş doğaçlama yapıyorlar. Bir de dev pasta var başrolde, oradan oraya fırlatılan... Evet, tiyatro bir şenliktir!

1 Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.