TÜRK OYUN YAZARLIĞININ SON 100 YILI

TÜRK OYUN YAZARLIĞININ SON 100 YILI

TÜRK OYUN YAZARLIĞININ SON 100 YILI1

Ayşegül Yüksel

Şubat 2020

Oyun yazarlığımızın 150 yılı aşkın bir geçmişi var. Bu alandaki yazarlık, çok daha eski olan popüler halk tiyatrosu geleneğimizden, dinsel-ritüel kaynaklı seyirlik köylü tiyatrosu geleneğimizden de güç alıyor. Dram yazarlığımız, Anadolu topraklarında oluşmuş kültürün, tarihsel süreç içinde tanıştığı yeni türler ile geleneksel biçemleri sürekli olarak kaynaştırıp oluşturduğu yöneliş ve eğilimlerle bugüne ulaşmış bulunuyor.

‘Gerçekçi Dram’lar

Cumhuriyet döneminin başında Batı’nın ‘gerçekçi dram’ anlayışı Türk tiyatrosuna egemen olmaya başladı. ‘Gerçekçi-yanılsamacı’ tiyatro, yazar tarafından tüm boyutlarıyla sımsıkı kurgulanmış ‘kapalı biçim’ oyun anlayışının ürünüydü ve bizim seyirlik geleneğimizle taban tabana zıt özellikler taşıyordu. Yazarlarımızın psikolojik derinliği olan karakter çizimlerinde, iç çatışmaların doğurduğu dış çatışmaları sahneye getirmede, bir dolantı çevresinde sıkı örülmüş diyaloglarla beslenen iyi kurgulanmış olaylar dizisi kurmada deneyimi yoktu. Yine de bu yönde yoğun çabalar görüldü. ‘Gerçekçi’ biçemdeki oyunlar, Reşat Nuri Güntekin’in ‘Yaprak Dökümü’, Cevat Fehmi Başkut’un -başka oyunları yanında- ‘Paydos’ ve ‘Buzlar Çözülmeden’, Refik Erduran’ın ‘Cengiz Han’ın Bisikleti’ ve ‘Deli’, Çetin Altan’ın ‘Tahtaravalli’ gibi oyunlarıyla, dahası Necati Cumalı’nın, Orhan Asena’nın, Haldun Taner’in, Turgut Özakman’ın, Sabahattin Kudret Aksal’ın tiyatro yazarlığındaki ilk dönemlerinin sahne metinleriyle ve başka yazarların yapıtlarıyla 1960’lara ulaştı. ‘Gerçekçi’ biçemde yazmakta zorlanan yazarlarımız, tiyatroda ‘biçimsel deney’lere ve biçim bağlamında eklektik yaklaşıma eğilim gösterdiler. Nazım Hikmet’in 1920’lerdeki ilk oyunlarından bu yana, yazarlarımız, çoğunlukla, birbirinden farklı anlatım biçimlerini iç içe kullandıkları oyunlar yazmayı seçtiler.

Geleneksel Tiyatromuzun ‘Açık Biçim’ Özelliği İle ‘Batı’lı Türlerin Buluşması

Dram yazarlığı tarihimiz içinden süzülüp gelen biçemler (usluplar) içinde en baskın eğilimlerin, Anadolu topraklarında oluşmuş popüler seyirlik geleneğimizin ‘komik bakış açısı’ ve ‘açık biçim’ özellikleri ile Batı’nın epik ya da absürd tiyatro gibi 20. yüzyıl dram yazarlığına damgasını vurmuş türlerin kaynaştırılması ile ortaya çıktığını görüyoruz.

Oyun yazarlığına Cumhuriyet’ten önce başlayan Musahipzade Celal’in oyunları, 1960’lı yıllarda tiyatronun her türünde büyük bir çıkış yaparak en parlak dönemini yaşayan tiyatro yazarlığımızın Haldun Taner ve Turgut Özakman imzalı ürünleri, 1970’lı ve daha sonraki yıllardaki Vasıf Öngören ve Oktay Arayıcı metinleri, Aziz Nesin’in ‘çalgılı-şarkılı’ sahne uyarlamaları, ‘açık biçim’ özellikleri ile tiyatrolarımızın oyun dağarının (repertuvarının) vazgeçilmezleri arasında yer almaktadır. Taner’in ‘Keşanlı Ali Destanı’, ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’, Özakman’ın ‘Sarıpınar 1914’, ‘Resimli Osmanlı Tarihi’, Vasıf Öngören’in ‘Asiye Nasıl Kurtulur’, Oktay Arayıcı’nın ‘Nafile Dünya’, Aziz Nesin’in ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ oyunlarını bu eğilimin en ünlü örnekleri olarak anımsayalım. Anlatıcı-Meddah figürü ile ‘absürd’ tiyatronun soyutlamalı biçeminin iç içe kullanıldığı ‘Kahvede Şenlik Var’ oyununun yazarı Sabahattin Kudret Aksal’ı da anmadan geçmeyelim.

Bir başka eğilim de 1960’lı yıllarda Haldun Taner’in öncülüğünde oluşan Türk ‘kabare tiyatrosu’ anlayışıdır. Pek çok yazarın, özellikle de gülmece yazarlarının emek verdiği bu tür bugün de Ferhan Şensoy, Yılmaz Erdoğan gibi aynı zamanda tiyatro sanatçısı olan yazarlar tarafından sürdürülmektedir.

Karagöz ve Ortaoyunu’nun ‘toplumsal çevreyi sahnede yansıtma’ özelliği de çağdaş Türk oyun yazarlığının genel yönelişlerinden biri olmuştur. Ahmet Kutsi Tecer’in 1940’lı yıllarda yazdığı ‘Köşebaşı’ adlı oyununda, İstanbul'un bir mahallesinin 24 saati, gevşek dokulu bir olay örgüsü içinde, farklı renkleri ve sesleriyle sahnede canlandırılıyordu. Daha önce Musahipzade Celal’in oyunlarının çeşitli sahnelerinde görülen ve ‘toplum portresi’ çizmeyi amaçlayan,‘çevre’ ya da ‘muhit’ oyunu adıyla anılan bu dram yazarlığı biçemi, daha sonra Haldun Taner’in ‘Fazilet Eczanesi’ ve ‘Keşanlı Ali Destanı’, Güngör Dilmen’in ‘Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını’, Memet Baydur’un ‘Yangın Yerinde Orkideler’, Ülkü Ayvaz’ın ‘Külhanbeyi Operası’ ve başka birçok oyunda kullanılagelmiştir.

Meddah geleneği ile ‘tek kişilik oyun’ (monodram) anlayışını buluşturan sahne metinleri 1970’lerden bu yana sürmektedir. Çağdaş yazarların kaleme aldığı Meddah oyunları yanında, çağdaş meddah motifi Genco Erkal’ın ve birçok başka sanatçının sık sık sunduğu tek kişilik gösterilerin çoğunda görülmekte, oyunun farklı uzamlara kolayca taşınabilirliğini de sağlayan ‘tek kişilik oyun’lar çağdaş Türk dram yazarlığında başlı başına bir yöneliş oluşturmaktadır. Bu yönelişi Güngör Dilmen’in ‘Ben Anadolu’, Dinçer Sümer’in ‘Maviydi Bisikletim’, Ferhan Şensoy: ‘Ferhangi Şeyler’, ‘Fername’, Tuncer Cücenoğlu’nun ‘Neyzen’ oyunlarıyla örnekleyebiliriz.

Oyun Türlerinde Süreklilik Ve Başka Renkler

Cumhuriyet döneminin başından bu yana gündemde olan ‘gerçekçi’ biçemdeki tiyatronun en başarılı sonuçları, çoğunlukla, yoğun bir olaylar dizisi gerektirmeyen, daha çok söyleşimlere (diyaloglara) dayalı ‘iki kişilik oyun’larla alınmıştır. Sonuç olarak da 1960’lardan günümüze uzanan süreçte birbirinden farklı anlatım biçimleriyle oluşturulmuş birçok ‘iki kişilik oyun’ yazıldı. Melih Cevdet Anday’ın ‘Mikado’nun Çöpleri’, Oktay Rifat’ın ‘Yağmur Sıkıntısı’, Adalet Ağaoğlu’un ‘Tombala’, Bilgesu Erenus’un ‘İkili Oyun’, Behiç Ak’ın ‘Ayrılık’ başlıklı sahne metinleri gibi ‘oyuncu oyunu’ niteliği taşıyan ‘iki kişilik’ oyunlar tiyatro tarihimize yerleşti.

Turan Oflazoğlu’nun ‘IV. Murat’ı gibi şiir diliyle yazılmış tarihsel ya da Güngör Dilmen’in ‘Midas’ın Kulakları’ metni gibi mitolojik konulu, Nazım Hikmet’in ‘Ferhat ile Şirin’i gibi masaldan esinlenmiş şiirsel dramları, Recep Bilginer’in ‘Sarı Naciye’si gibi gerçekçi köy oyunlarını, Oktay Rifat’ın ‘Çil Horoz’u gibi gecekondu dramlarını, Başar Sabuncu’nun ‘Şerefiye’, ‘Çark’, ‘Zemberek’, ‘Mutemed Ali Rıza Bey’in Yaşanmış Hayat Hikayesi’ gibi gerçekçi aile oyunlarını, Orhan Asena’nın hem politik belgesel oyun tadı veren, hem de gerçekçi tiyatronun dramatik özelliklerini taşıyan ‘Şili’de Av’ oyunu yanında, özellikle 1970’lerde üretilmiş politik içerikli belgeselleri, Bilgesu Erenus’un ‘Misafir’i gibi Anadolu’daki geleneksel esnaf törenlerine dayandırılmış ya da Haşmet Zeybek’in ‘Düğün ya da Davul’u gibi seyirlik köylü oyunlarından esinlenmiş oyunları ve ilk örnekleri Aziz Nesin’in, Sabahattin Kudret Aksal’ın, Melih Cevdet Anday’ın, Behçet Necatigil’in, Aydın Arıt’ın kaleminden çıkmış ürünlerle verilen soyut ya da absürd oyunları da sayarsak, Türk dram yazarlığında 1990’lara dek oluşmuş eğilimleri aşağı yukarı toparlamış oluruz.

1990’lar dönemi oyun yazarlığı, yıllanmış ustalar yanında, yeni kuşakların da kalem oynattığı, bir yandan toplumsal olgular tartışılırken, bir yandan da bireysel açmazlar içinde kilitlenmiş duyarlıkların yansıtıldığı, çeşitli yazma biçemlerinin denendiği bir süreç olarak değerlendirilebilir. Yeni yazılan oyunlarda konular ve kullanılan biçim ve biçemler değişkendir. Özen Yula, ödüllü oyunu ‘Ay Tedirginliği’ ile başlayarak ‘Kırmızı Yorgunları’ ve ‘Gözü Kara Alaturka’ya ulaşacak, kurulu düzen kurallarının dışına düşmüş insanlar üstünde odaklanmayı yeğleyecektir. Turgay Nar, kent ortamında düzenin dışına itilerek yoksunlaşmış insanların dramını anlattığı- çok ödüllü ‘Çöplük’ oyunuyla ünü yakalar. İlk sahne yapıtı ‘Kıyamet Sularında’ ile ödül kazanan bir başka yazar da Civan Canova’dır. 1990’larda ‘Mem ile Zen’ oyunu sahnelenen Cuma Boynukara da yeni kuşak oyun yazarları arasında yer almaktadır. Behiç Ak, kentsel betonlaşmanın insan ilişkilerine vurduğu darbeyi irdelediği ‘Bina’ başlıklı çalışmasında ve sürekli olarak sahnelenen ‘Ayrılık’ta, modern dünyada yaşama yabancılaşma sürecine giren modern insanın açmazlarına arı gülmecenin ve kara güldürünün gözlükleriyle bakmaktadır.

Polis, gözaltı, işkence, hapislik olguları da gündemdedir. Erhan Gökgücü ‘Giordano Bruno' ile şiddet, baskı, işkence olgusuna Avrupa tarihinden getirdiği mesel ile ışık tutar. Haluk Işık ‘Külrengi Sabahlar'da 12 Eylül yargı mekanizmasını eleştirir. Ferhan Şensoy’un sinemaya da aktarılan ‘Çok Tuhaf Soruşturma’, Eşber Yağmurdereli’nin ‘Akrep’ oyunlarıyla adalet ve yargı mekanizmasındaki çarpıklıklara ayna tutulur.

90’lı yılların ikinci yarısında Kurtuluş Savaşı ve Atatürk oyunları birbirini izlemeye başlar. Orhan Asena’dan Recep Bilginer’e ve Nezihe Araz’a dek bir dolu yazarımız Atatürk’ün sahneye çıkarıldığı oyunlara imza atar. Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin klişeleştirilmiş söylemlerin ötesine geçme çabası içindedirler sanki. Cumhuriyet devletinin kurulma aşamasına yönelik savaşımı ateşleyen ilkelerden uzaklaştığımız kaygısını da taşımaktadırlar.

Murathan Mungan, Güneydoğu Anadolu ritüellerinden ve ‘taziye’ geleneğinden getirdiği biçimsel denemelerle oluşturduğu ‘Mahmut ile Yezida’ ve ‘Taziye’ oyunlarından sonra ‘Geyikler Lanetler’i yazmıştır. Yazar, ‘Mezopotamya Üçlemesi’ ile Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanın geleneksel var olma biçimlerini değerlendirirken, oyunlara biçimsel açıdan destansı bir estetik, içerik açısından da trajik bir derinlik katmıştır.

Oyunlarını 1980’lerden bu yana izlediğimiz, gülmeceyi ve hüznü sıra dışı bir karışımda buluşturma ustası Memet Baydur, 1990’lı yıllarda çok sayıda oyun üretir. En büyük sahne başarısına, Anadolu’nun doğusu ile batısının insanları, yaşama biçimleri ve değer yargıları arasındaki uçurumu dile getiren ‘Kamyon’ yakalar.

Ferhan Şensoy, 1980’li yılların başında kurduğu Ortoyuncular topluluğunun dağarına her yıl bir yeni oyun/uyarlama daha katarak, ülkemizde Haldun Taner’in ilk girişimlerini yaptığı ‘yazar tiyatrosu’ olgusunu kurumsallaştırır. Bu oyunlardan bir bölümü geleneksel seyirlik güldürü anlayışıyla modern kabareyi buluştururken, bir bölümü de ‘absürd tiyatro’ anlayışına, ‘grotesk’e, şiirselliğe yaslanan,  çalışmalardır.

Tuncer Cücenoğlu dönemin en üretken yazarları arasındadır. Çeşitli biçemlerde ve çoğu toplumsal konulara odaklanan oyunları Türk seyircilerle buluşurken, bir önceki dönemde yazdığı –ilk kadın oyunlarından- ‘Kadıncıklar’ ve işkence olgusunu irdelediği ‘Çıkmaz Sokak’ vazgeçilmezler arasına girmiştir.

Tek kişilik oyunlar sürmektedir. Şensoy ‘Felek Bir Gün Salakken’, ‘Şu Gogol Delisi’ ve ‘Şu An Mutfaktayım’, Ataol Behramoğlu ‘Mutlu Ol Nazım’,  Nezihe Araz ‘Kurtuluş Savaşı Kadınları’, Metin Balay ‘İnadına Yaşamak’ ve ‘İnadına İnsan’ oyunlarıyla gündemdedir. Yıldız Kenter ‘Aşk Hep Vardı’ başlıklı metniyle kendi yaşamını sahneye getirir. Genco Erkal, Nazım’ın şiirlerinden derlediği ‘İnsanlarım’ ve Aziz Nesin’in yapıtlarından uyarladığı ‘Birtakım Azizlikler’ başlıklı tek kişilik oyunların ardından Nazım, Nesin, Brecht ve başka yazarları buluşturduğu tek kişilik oyunlarla günümüze ulaşır. Örnekler hızla artmakta, bu türde sahneye çıkan sanatçılar arasında kadın oyuncular çoğunluğu oluşturmaktadır.

Ancak, sanatçılarımızı ve seyirciyi heyecanlandıracak bir tiyatro ortamı oluştuğunu söylemek zordur. Bu durum, özellikle 60'lı yıllarda oyun yazarlığı bağlamında açılan yolların,  80’li ve 90’lı yıllarda, yeni arayışlar ve buluşlarla geliştirilmeden sürekli olarak ‘yinelenmesi’ sonucunda ‘tükenme’ noktasına gelmiş olmasıyla açıklanabilir.

  1. Yüzyılın İlk 20 Yılındaki Oyun Yazarlığı

2000’li yılların ilk aşamasında, tiyatro edebiyatımıza katkıların bir önceki dönemdeki özellikler doğrultusunda sürdürüldüğünü görüyoruz. Behiç Ak , ‘Tek Kişilik Şehir’ ve ‘Fay Hattı’ başlıklı kara güldürüleriyle, doğaya yabancılaşmış kentli kesimi mikroskop altında incelemektedir. ‘Ay Tedirginliği’ ve ‘Gayri Resmi Hürrem’ başlıklı iki ‘iki kişilik’ sahne metniyle öne çıkan Özen Yula da, biçimsel çeşitlilik içeren oyunlarıyla gündemdedir. Genco Erkal ise Sivas’ta Madımak Oteli’nde yangın çıkartılarak öldürülen aydınların anısına oluşturduğu ‘Sivas ‘93’ ile ‘belgesel tiyatro’ dağarımıza, sunulan performans yoluyla özgün ve çok çarpıcı bir katkı sunmaktadır.

‘Yazar tiyatrosu’ olgusu yeni yazarların ve ürünlerin katılımıyla sürmektedir. Ferhan Şensoy hemen her yıl yeni bir oyuna imzasını atıp bu oyunları sahneliyor ve başrolleri yorumluyor. Nesrin Kazankaya da, Tiyatro Pera için yazdığı oyunlarla bir anlamda ‘yazar tiyatrosu’ uygulaması yapmakta. Studio Oyuncuları topluluğu için, çoğunlukla çok ünlü metinlerden uyarlamalar yapmış olan Şahika Tekand’ın ise yazar-yönetmen-eğitmen kimliğini ‘performatif sahneleme ve oyunculuk’ anlayışını geliştirmeye adadığı görülüyor. Kendi toplulukları için uyarlama ve/ya da derleme yoluyla yeni metinler üreten sanatçılar arasında ön sırada Genco Erkal ve Ali Poyrazoğlu var. ‘Yazar tiyatrosu’na yönelen genç sanatçıların öne çıkanları, ödüllü oyunlarıyla Berkun Oya (‘Bayrak’, ‘Başka Dünyada Karşılaşmış Gibi’), Yiğit Sertdemir (‘444’, ‘Bekleme Salonu’) ve Yeşim Özsoy. Ve Diğer Şeyler Topluluğu için yazdığı ‘Aksak İstanbul Hikâyeleri’, ‘Yüzyılın Aşkı’ ve birçok başka oyunuyla, alışılmıştan farklı sahne metinleri üstünde yoğunlaşan Yeşim Özsoy ‘performans’ olgusunu öne çıkaran bir tür ‘yazar tiyatrosu’na yöneliyor.

Murathan Mungan ise 2007’de yayımlanan ‘Kâğıt-Taş- Kumaş’ başlıklı yapıtıyla, oyun yazarlığının ‘performans metni’ ile bütünleştiğini gösteren görsel-işitsel bir söylem (hem de görsel-işitsel bir ‘şölen’) sunuyor. Tiyatro sanatının ‘iki kalas bir heves’ anlayışından kalma biçim ve biçemlerin yalınlığı ile mekanik-elektronik teknolojiler doğrultusunda gelişmiş yeni görsel-işitsel buluşların çarpıcılığını buluşturuyor bu yapıt.

Son yıllarda en çok sözü edilen yerli oyun ise genç yazar Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun çok ödüllü yapıtı ‘Sen İstanbul’dan Güzelsin’dir.

Türk dram yazarlığının 2000’li yıllarında en baskın olan yönelişin, ‘absürd tiyatro’ ile ilişkilendirilebilecek çeşitli boyutların birbirinden farklı yaklaşımlarla değerlendirildiği, ‘soyutlama’ya yönelik yazarlık çabaları olduğu söylenebilir. Belki de içinde bulunduğumuz olumsuz toplumsal/politik koşulların ve genel olarak dünyanın ‘belirsizlik’ ortamına uygun bir yaklaşımdır bu. Yazar ‘fantezi’ boyutta oluşturduğu durum ve ilişkileri ‘kara gülmece’ yöntemleriyle irdelemektedir. Bu yöneliş, çağrışım boyutlarının zenginliği ve yazarların bireysel yaklaşımlarının birbirinden farklılığı nedeniyle renk çeşitliliği ve üretkenlik içermekte, hem politik-toplumsal eleştiriye, hem de modern dünyanın karmaşası ve kargaşası içinde bunalan bireyin dile gelmesine olanak tanımaktadır. Dahası, Aziz Nesin’in ‘Biraz Gelir misiniz’ gibi soyut oyunlarından Sabahattin Kudret Aksal’ın ‘absurd’ oyunlarına, Melih Cevdet Anday’dan Oğuz Atay’a, Memet Baydur’dan Behiç Ak’a, Özen Yula’ya ve başka genç yazarlara ulaşan ve farklılaşarak gelişen 60 yıllık bir gelenek oluşturmaktadır. ‘Absürd’ün sınırlarının ‘postmodern’ yaklaşımın sereserpeliği içinde daha da genişletilerek, ‘gerçekte var olan’ ile ‘düşlenen’ arasındaki ayrımın yok edilebildiği soyutlamalı metinler gündemdedir.

Var olan ülke koşulları ise açık seçik biçimde politik tiyatro yapılmasına olanak tanımamaktadır.

1 Bu yazı, NOTOS dergisinin Şubat-Mart 2020 sayısında yayımlanmıştır.