YENİ BİR LÜKÜS HAYAT

YENİ BİR LÜKÜS HAYAT

YENİ BİR LÜKÜS HAYAT1

Ayşegül Yüksel

Ekim 2019

Ankara Devlet Tiyatrosu Yapımı...

Yazılıp sahnelendiği 1930’lu yıllardan bu yana şarkıları -beş kuşaktır- dillerde dolaşan, yazarı Ekrem Reşit Rey’i, bestecisi Cemal Reşit Rey’i, Rıza karakterinin yorumcusu Hazım Körmükçü’yü bir anda “gösteri tarihinin unutulmazları” arasına katan ‘Lüküs Hayat’ opereti Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ilk kez sahnelendi.

“Lüküs Hayat”ı sahneleme şampiyonu, 1980’lerde İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 2000’lerde de Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda yaptığı -her ikisi de uzun soluklu olmuş- çalışmaların yaratıcısı Haldun Dormen’dir.

Ankara DT yapımını Murat Atak’ın rejisiyle izliyoruz. Hemen hemen bütün şarkılara el çırparak eşlik eden Ankara seyircisi, ünlü Lüküs Hayat şarkısı söylenirken de sanatçılara coşkuyla katılıyor. Bu yeni yapımın da uzun süre seyirci bulacağı anlaşılıyor.

Görsellikte Kusursuzluk Amaçlanmış

Müzik direktörü ve orkestra şefi Melahat İsmayilova’nın ardından sahne üstündeki yerini alan 18 kişilik orkestra, oyunun görsel açıdan parlak olacağının ilk göstergesi. Uvertürle birlikte, müzisyenlerin bulunduğu platform yavaşça orkestra çukuruna iniyor ve seyirci sahneye yerleştirilmiş -daha sonra birkaç kez hareketlenecek olan- köşk dekoruyla buluşturuluyor.

Sertel Çetiner’in dekor tasarımı, oyunun gerektirdiği pek çok giriş çıkışı doğal kılan, buna karşılık “operet” türünün “teatral” biçemi içinde aykırı kaçmayan yapaylıklarıyla (bahçedeki yapma çiçekler vb.) göze çok hoş görünüyor. Zeynel Işık’ın sahneyi neşelendiren ışık tasarımı ve İnci Kangal Özgür’ün -1930’ları yansıtan- çoğu çok göz alıcı, şık giysileriyle, yapımın -usta işi ellerden çıkmış- görsel alt yapısı tamamlanıyor.

Alaturkalıktan Alafrangalığa Geçişin Gülünçlemesi

Ardından ülkenin 1930’lu yıllarda içinde yaşadığı “alaturka”lıktan “alafranga”lığa geçiş dönemine özgü “hazımsızlığı” gülünçleştiren olaylar dizisi başlıyor. Kişilerin çalışmak yerine, “hazır para”ya konarak “lüküs hayat” sürme çabası oyunu baştan sona sarıp sarmalıyor. “Lüküs” bir yaşam için yeni kaynaklar peşinde koşan köşk sahipleri ve kimi başka karakterler için en kestirme çözüm aileden birilerinin zengin kişilerle evlenmesidir.

Borçlarından kurtulmak için “yolunacak tavuk” arayan köşk sahiplerinin o gece verdikleri “davet”te, aynı “alafranga yaşam”ın yolcusu olan ahbap ve komşuların da, “toplumsal gülünçleme”si yapılırken, aynı zamanda “zengin evi” sandıkları köşkü soymaya gelen alt tabakadan “hırsız takımı” ile üst tabakanın sözde namuslu “züppe takımı”nın “ahlak” anlayışları arasındaki benzerlik gösteriliyor.

Şarkıların Tadı Mikrofonsuz Da Çıkardı

Böylece oluşan kurgu içinde, 18 karakter, yanlış anlamalar, kimlik yanılmaları, kötü ve iyi rastlantılar içinde devinirken, oyunun tadına doyum olmaz şarkıları birbirini izlemekte, 27 kişilik “koro” Ömür Uyanık’ın koreografisi doğrultusunda yaman bir sahne cümbüşü oluşturmaktadır. Başta hırsız Rıza’yı oynayan Levent Çelmen, yerim olmadığı için isimleriyle anamadığım sanatçıların çoğu şarkıları güzel seslendiriyor. Öyleyse neden mikrofon kullanılıyor? Bu çeşit “önlem alma”lar tiyatromuzda bir alışkanlık oldu.

Sonuçta, kusursuzluğu amaçlayan bir sahne olayı izliyoruz. Ancak yorumlar başarılı olsa da, oyunculukta -sahneleri uzatan- bir “ağırdan alma” görülüyor. Bunun bir nedeni, geleneksel tiyatromuzun oyunculuk biçemlerinin kullanılmış olması. Pişekâr, Kavuklu, Zenne, kukla, vb. tiplemelerinde yapılan “geleneksel kanırtmalar” ile hızlı, uçucu bir devinim gerektiren “operet yorumculuğu” uyuşmamış sanki.

Dileğimiz, bu özenli çalışmanın zamanla, sanatçılar seyirciyle daha çok kaynaştıkça, daha bir kıvraklaşması.

1 Bu yazı, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.